Aralık 31, 2009

küçük mutluluklar


Küçük mutluluklar diliyorum:
Elmalı kekler, sıcak sahlepler, bir çocuk saflığında gülüşler..
Yağmurla yıkanmış toprağın kokusu, sohbetle uzayan ince belli bir bardak çayın buğusu..
 Sımsıkı sarılışlar, ruhumuza dokunan şarkılar,
trafikte yeşil ışıklar, fallarda balıklar..
Çocukken oynadığımız oyunlar tadında, mutlu yıllar..

başbaşa


Sarıldılar..Tüm geçmişleriyle, gelecekleriyle, ilikleriyle...
Belki "Dur gitme, kal biraz." diyecek kolları yoktu ama; başını erkeğin omzuna koyduğunda kadın, bir bütünü oluşturuyorlardı..
Başbaşa, bir arada..
(Görsel: Ali Asgar'ın yapmış olduğu kadın-erkek heykelidir)

Aralık 30, 2009

sesinden fesleğenler sulamak..


Deli taylar gibi özleyiveriyorsunuz yüzünüze vuran rüzgarı..
Yağan yağmurlardan, toprak kokusundan, üşüyen parmaklarınızdan bahaneler üretirken gün boyu; bir an, yalnızca bir an kıskıvrak yakalanıveriyorsunuz önce kendinize, sonra sizi çepeçevre saran özleme...
Sonrası sesinden fesleğenler sulamak, gülüşünden kanatlar takınmak ve umudu kuşanmak sıcağından..
Sonrası tufan..

camın buğusundaki


Küçücükken, camın buğusundan öğrendim kaybetmeyi..Yaptığım kuş resimleri bir "damla"olup süzülürken aşağılara.. "Kanatları olmalı insanın" dedim.. Güneşle erimeyen, yağmur olup düşmeyen, buharlaşıp gitmeyen...
Seneler sonra dört mevsime dayanıklı ruh iklimleriyle ve yeni çıkan kanatların sancısıyla yürürken yaşama, öğrendim...Kanatlanmanın bir ismi de bedel ödemekti yana yana ve acımak kana(ya) kana(ya)..
Camı is bağlamış bir lambanın ardından yaşamaktansa; kanat açmak maviliklere, en derinlere...
İşte buğudan öğrendiğim mesele...

kapı...


Sende bana ait bir şeyler var..
Bende yalnızca senin açtığın kapılar...

Aralık 28, 2009

minörlere yolculuk

 
Perdeler kapalı, dışarıda olası bir dolunay bulutların hışmına uğruyor.
Perdeler kapalı, dışarıda hıncahınç bir gök gürültüsü.. MFÖ'nün yağmur kafiyelerine tutunmuş bir imge damla damla cama vuruyor..
Yaşam en uygun makamı ararken kendine; damlalar çığlık olup taşıyor, sürüyle naylon sevinç içinde; bir garip yokluk..
"Majörler tükendi, minörlere yolculuk!.."

Aralık 27, 2009

ve dönüş..


Gittim, karaya doğru...
Yakamda bir Edith Piaf ağlıyordu..
Resim: Salvador Dali

her şey elimizde


Ellerini uzat bana...
Onlar kurdu bu yaşamı, onlar dokudu bütün incelikleri ruhuna...
Çocukken düşüp de dizini kanattığında, annenin dudaklarından önce ellerin değdi kanayan yarana...
Ellerinle başladı yeni doğan gün.. Birleştirdiğinde parmaklarını, avuçlarının arasına doldurduğun suyla arındı bir önceki gün, yüzünün uykulu hatlarından...
Yorgun bedenini dinlendirirken yatağında, ellerinin arasına aldın başını,yaslandın yeniden doğacak olan güne... Belki bir dua okudun; 'Amin!' derken yüzüne sürdün avuçlarını..
Ellerini birbirine sürterek ısındın en dondurucu soğuklarda, onlarla serinledin pastırma sıcaklarında..
Parmakların birleşip de kalemi tuttuğunda, yazdın yaşamın en okunur harflerini, ilmek ilmek işlenmiş yazgın gibi dokuma tezgahına..
Yaşamın tüm kıraç yollarına çiçekleri diken ellerindi.Makiler ellerinle selviydi..
Yaşamı yeşerten,ölümü bekleten ellerini uzat bana şimdi; sihrine inandığım ellerini...Yaşam da ölüm de elimizdedir..
An gelir, kimsesiz bir derinde; an gelir karanlık bir dehlizde özgürlüğe uzatır gibi... Ellerini uzat bana..
İpini kaybetmiş dipsiz bir kuyunun endişesi, kağıttan yaşamların yağmur tedirginliği silinip gitsin..
Makiler selviye dönüşürken; her şey elimizdedir...

Aralık 26, 2009

yaşam ve sözcükler


Bazen her şey susar, Alır yaşam sazı eline, yalnızca derinden hissettiği o türküyü söyler..
İşte o zaman sözcükler yetmez, dar gelir göğün enginini anlatmaya..
Biliyorum,yaşam sözcüklerden büyüktür..

göğe baktığım..


Gözleri çocuk, yüreği can; güzel insan.. Sıcağında ne de aydınlık sabahlar ve kocaman umutlar ..
Yeni dağılmış bir ilkokul kadar cıvıl cıvıl  maviye boyadığım duvarlar..
Şairin "Durma, göğe bakalım."* dediği yerde; halka halka büyüyorsun içimde..
Bir gülüşe, bir nehir ekledin bende...
*Turgut Uyar

Aralık 25, 2009

O..



O,sulusepken yagmurlar yağarken bile; gözlerimdeki güneşi görendi.
Sesinin çağlayanıyla sararken beni; o soğuk kuyulardan çıkacağıma hep güvendi.
O,ben daha bilemezken, kanatlarımı görendi.
O,bana rağmen beni sevendi.Çıkarıp üzerinden bir bir mışların giysisini, beni bana gösterendi..

ben bugün...



Bugün yüzümü yıkarken' günaydın'dedim aynadaki suretime.
Bir türkü tutturdum yollara düştüğümde,en çok kendime söylediğim.
Köşebaşındaki mumcu kıza selam verdim,ışıl ışıl gülümsedim.
Bugün hep yeşil ışıklara,fallarda balıklara denk geldim.
Bir çocuğun ilk adımını atış mutluluğuyla büyüyen gözlerine benzedim.
Ben bugün içimde çoktum.Parçaların bütünden çok ettiğini görürken,kuyularda yoktum.

Aralık 24, 2009

Mor Mürekkep'ten

"Söz uğruna hayatı bir yalan gibi yaşadık. Ne kadar yalancıydık. Kurduğumuz oyunlarda oysa, her şey ne kadar inandırıcıydı.
Aşktan bahsettik, aşkı tanımıyorduk.Öldük, ölmüyorduk. Sadakatten söz ettik, sadakati bilmiyorduk. Sevdik, aslında sevmiyorduk. Aldık, veriyorduk; verdik, alıyorduk. Söz yerini buluyordu sadece, iyi düşüyordu, uygun. İçimiz bir hoş. Habire büyüyorduk.
Kaç kez yeri geldi diye cümleler sarf ettik aritmetik sağlamlığı bol formüller doğrultusunda. Söz yerini bulsun da!
Söylemesek ölürdük.
İnanmadan söyledik, yine öldük."
Nazan Bekiroğlu'nun Mor Mürekkep kitabından

mumcu kız

Ankara'nın soğuk sokakları..
Bir çocuk, köşe başını tutmuş, sergisi yerlerde..
Önünde kendinden büyük mumlar, renk renk, koku koku.. Yakmış mumlardan en çoğulunu..
Kimsede yok onun mumunun kokusu..Tüm geceyi ışıtıyor, yayıldıkça yayılıyor; hiç sönmeyecekmiş gibi bir hevesle, esen rüzgarla birlik ve ona inat yanıyor..
İnsanlar kocaman, insanlar koca ayaklı ve soğuk an be an..
Gece insanlardan da buz, vakit dar mı dar..
Geçen saatler ellerini daha bir donduruyor ve yüreğini, insanları daha bir büyütüyor gözünde ve incelikleri...
İnsanlar uzaklılarıyla kocaman.. İnsanlar içine düştüğü bir kuyu gibi derin  an be an..
Mum,diyor, mum.. "Renk renk mumlarım var..Bakmadan geçmeyin.."
İnsanlar aceleci, hep yetişmeleri gereken yerler var; insanlar büyüdükçe küçülüyor incelikler. Ve uzuyor soğuk, uzuyor gece, yokluk kuyunun içine atılan taş.. Durdukça yürüyor iliklerine..
Artık bakmıyor yüzlerine, yüzlerce yüzü olan koca ayaklı insanların.. Sesi daha cılız: "Mumlarım var..Renk renk.."
Gece yarısı sergilerini toplarken kocaman insanlar soğuk caddeden, küçük kızı ağzında bir sözcükle donmuş buluyorlar.. "Sıcak.."
Yaşam soğuk, sesler boğuk..
Küçük kız öylece serilmiş yere bir sergi gibi.. Önünde kendini ısıtacağı mumları soğuklara satmaya çalışırken..
Ankara'nın soğuk sokakları..
Bir çocuk köşe başını tutmuş, sevgisi yerlerde..
.....Küçük kızım, seni ısıtacak mum ellerinde, bak artık kendi içine.......

mış,miş...


Bir "kaçak gelin" yanı başımda uyuyor.. Soluk alış verişlerini duyuyorum.. Sanki birazdan uyanacak ve içinde bulunduğu yaşamdan koşa koşa çıkacak..
Hiç gidilmemiş bir ülkenin hayalini, saçları yalnız sabunla yıkanan çocukların şampuan kokulu düşlerini görüyor uyur uyanık uykularında.. Orda açlık yok, terkedilmişlik yok.. Orda kaçıp gitmeler yok.. 
İnsanın en büyük savaşı kendiyleymiş.. Kaçtığı kendisi olunca bir uyurgiderin, göçebe çizgili yollarda hiçbir yer mesken değilmiş. Kendinde kal(a)mayan, kendinden de gidemezmiş..
Peki ama, anlamak yeter mi(ymiş)?

Aralık 22, 2009

gözbebeklerimle bir büyürken dünya


Yıllar yılı hep hüz'nü yazmışım, zihnimde sararmış güz yapraklarıyla..
Dönüp ardıma baktığımda, tek mevsimin yalnız sözcükleri dökülüyor bir bir..
Ne zenginmişim yalnızlıktan, acıdan yana ve ne cahil mutlulukların resmini yapmada..
Şimdi "Uçuruma bakarsan, uçurum da senin içine bakar."* diyen sesini alıp, asıyorum duvarıma..
Annesinin sıcağında  dünyayı dillendiren çocuk şaşkınlığında, yürüyorum sokaklarda..
Göz bebeklerimle bir büyürken dünya; yüzüme vuran rüzgar,orda kal..
*Nietzsche

sana söz veriyorum çocuk


Adı kara Ankara'nın sokakları dar geliyor şimdi omuzlarıma..
İçimin çocuğu geçmişin kırık-dökük anılarını toparlıyor. Yeniden yazıyorum bir kaplumbağa gibi sırtıma bindirilen rollerin tarihini..
Unutulmuş, terkedilmiş ve hep koşullu sevilmiş bir çocuğu; güneşin koşulsuz doğduğuna inandırmaya çalışıyorum. Gözleri buğulanıyor, dudaklarını büküyor; masalları seviyor.. Orda hep iyiler kazanıyor çünkü.. Orda  umutlar, bir böcek gibi ezilmiyor..Orda bir müzik kutusunun büyülü sesiyle sevgiye olan inanç emziriliyor..
Yıllardır dirsek çürüttüğün sıralar, okullar öğretemedi sana: "Kendini anlamayanı kimseler anla(ya)maz, sevemez kimseler kendini sevmeyeni.." Önce kendin inanmalısın buna besbelli..
Şimdi açıp kocaman gözlerini, bir kandırılmışlığı aralıyorsun. Ne dinlediğin, ne istediğin ne de beklediğin gibi değil çünkü dünya.. Masallardaki prensesler kurtları emzirirken, yürekleri değil duvarları kurşundan tüm askerlerin..
Şimdi, bu soğuk kentte, seni donmak üzere bulduğum bu köşe başında, sana söz veriyorum çocuk; sana söz veriyorum.Sırtından kaldırıp onca yükü, eşiklerden sileceğim seni..
Bir böcek gibi ezilen inançlarını bir bir yeniden büyüteceğim.. Koşulsuz açar çiçek, güneş koşulsuz doğar...
En çok ben seveceğim seni..

akordu kaçmış bir kemansa yaşam


Dibi tutmuş bir tencere, akordu kaçmış bir kemansa yaşam; durup dinlemeli yaşamın ritmini..
Kuşları,kaldırımları, yol yol sokakları, rüzgarı ve doğayı..
İnsan, neyi dinlerse onu duyar ve neyi duyarsa onu yaşar(mış)..
Yıldızlarla yıkanmış göğün ıslık ıslık rüzgarları şahidimdir.
Yeniden yazılacak bu beste; akordun bozulduğu yerde...

Aralık 21, 2009

kağıttan kuşlar uçuyordu


Siz hiç yüzünüzü "mış gibi"lerden arındırıp, bir masalın kuytusunda soluk aldınız mı?
Yerden kesilen ayaklarınıza bakıp da, kocaman gözlerle şaşırıp kaldınız mı?
Balmumu kanatlarınıza aldırmaksızın, göğün en yücesine yükselip umuda sarınarak mekansız bir zamanın içinde, biçimden biçime aktınız mı?
Ben aktım..
Bir bir attım beni batıran ağırlıkları özümden; yüzümü gördüm, yüzünün aynasında..
Baktığım kuyular kanat kanat kapanırken karanlığa; bir nehir aktı, bir yakadan bir yakaya..
Bu kez seyretmedim, ıslandım..
Kağıttan kuşlar uçuyordu, ben de kanat kanattım...

Aralık 16, 2009

kilit


İşte orda başladı kaybolmuşluk..
Yaşam oyunumun başı bir yere, sonu bir yere dağıldığı,öncülerin önde durmayı hakedemedikleri yerde..
Baş'lar ayağa düştüğünde, ya da ayaklar baş olduğunda hızla kana karıştı derin bir kendinden geçme..
Kapısını yitirmiş bir kilidim, o gün bu gündür,
Az kaldı bitecek eşikler ve beklemeler..
Kaybolmak için en son gün, dündür..

Aralık 14, 2009

karıncalar gibi


Paket program halinde elimize tutuşturulan yaşam, bize ait olmayan bir elbise gibi eğreti duruyor üstümüzde.Bir yerden bir yere yetişme uğraşı içinde, sürekli koşturuyoruz.Ayaküstü yaşıyoruz… Sohbetler, yemekler, görüşmeler….

Yaşamımız bize ait değil çünkü. Önceden kurgulanmış bir senaryoyu hızlı çekimde oynuyor gibiyiz.Kış hazırlığı yapan karıncalar gibi koşuştururken, bazen, bir an durup antenlerimizle karşımızdakine dokunuyoruz, birkaç saniye yalnız. O an, her şey duruyor, yaşamdan çalınmış anlar ufak bir hediye paketi gibi avucumuza konuyor. Sonra arkamızdan akıp giden trafikle irkilip, yeniden bir yıldız gibi kayıyoruz kendi ömrümüzde. Şairin dediği gibi*: Artık: “kimsenin vakti yok/durup ince şeyleri düşünmeye”

Sulu sepken yağmurların altında, bir damla bile ıslanmıyoruz. Özümüzden ve inceliklerden uzakta; kendi topraklarımızda, önce kendimize sonra her şeye sürgün; hızla eskiyor ve eskitiyoruz.

*Gülten Akın

Aralık 11, 2009

b'eklenti


Her şey -sanki- beni bekliyor.
Dostlar, günlerdir kapalı olan telefonumun ucunda, parçalanmışlığımdan bihaber paylaşmayı,
Mutfak camının kenarında yıllardır ilgisizliğe rağmen gülümseyen emektar menekşe sulanmayı,
Brecht'in şiirlerinden  kopup gelmiş bahçemdeki erik ağacı, yapraklarını bir bir döktüğü mevsimin soğukluğundan kurtaracak kocaman bir "günaydın"ı
Kütüphanemin raflarına  artık sığmayan kitaplarımdan sıradakiler okunmayı,
Kör kuyum; blogum yazılmayı,
Yaşam, tüm yanlışlarına rağmen yaşanmayı,
Köşede duran hayalden bir şiir varsayılmayı.... bekliyor..
Beklentiler, eklentiye dönüştüğünde başlıyor yaban'lık ve katlanmaktan küçülmüş bir yaşamda ipsiz sapsız bir yalnızlık..

Aralık 10, 2009

istek kipinde bir serzeniş..


İstanbul gibi orda kalsa umutlar...
Seller aksa dere yatağındaki evleri boğsa, deprem vursa taş üstünde taş kalmasa..
Yüzyılların kültür beşiği karmaşasıyla ve tumturaklı rüzgarıyla sallanıp dursa... Şiirler, efsaneler yazılsa üzerine.. Birbirlerinin yüzüne bile bakmadan geçse ve gitse, hep bir yerlere yetişmeye yazgılı insanları, görmeden sokak aralarındaki erguvanları..
Ben bir adım atsam.. Bu öyle bir adım olsa ki, yeniden yazılsa tarihi "sınır"ların.. Orhan Veli'nin gri parkasıyla ısınsa kentin bütün düşleri.. Düşlerim, düşmese en tutulası yerinde yaşamın..
Ben gitsem, her şey kalsa... Yerini beğenmiş bir çiçek gibi, toprağına kök salmış bir ağaç gibi, altın kafese aldanmayan bülbül gibi; her şey kalsa..
Ben bir adım atsam.. Bir güvercin havalansa.. En sıcak kuytusunda uyusa tüm imlasızlıklar..
İstanbul gibi orda kalsa umutlar..

Aralık 08, 2009

CAN'dan mutlu istiridye'ye


Geçmişin sararmış yapraklarından güne dolan bir an, yalnızca bir an...

Dostluğu, aşkı, güzeliği yaşadığım ve paylaştığım kente dönüş yıllarımdı. Bulduğum yeni, bıraktığım eskiyi daha da güçlendirdi. Kentin hiçe sayılmış, yalnız bırakılmış, varoşluğa dışlanmış, sert görünümlü sıcak insanların mahallesinde çatık gülümsemeyi, mesafeli sıkıca sarıp sarmalamayı, asice sevmeyi öğrendim. Canhıraş umut aşılıyordu insanlara, sarıyordu sarmalına sevgiyle içindeki karanlığa meydan okurcasına.. Mimikleri yaşasa da farklı duyguları an be an, gözleri pırıl pırıl gülümsemeyle, hep aydınlık bakardı. Renk oldun yaşamıma.. Vermiştik el ele, "Aynı bataklıktan bakmaya çalıştık yıldızlara" umutla, birlikte.. Birlik oldukça "gülümsedim", yağdıkça karlar dağlarıma usul usul dostluk çiçekleri büyüttüm..
Sonra ayrılık oldu, eksildi renkler bir bir hüzünle.. Yollar ıradı ama unutmadı Can(!) Koca ummanda farkında olmadan buldu seni.. Şimdi bir nehiriz aynı yolda birlikte akan ve akacak olan...
Sevgiyle.. Yaşam umudun dinmesin hiç..

(İzni olmadan bu mektubunu yayınlamama umarım kızmaz Can(!).. Coşkumu içimde tutamadım, paylaşmak istedim.)

Aralık 06, 2009

hoşgeldin can


Geçmişin sararmış yapraklarından güne dolan bir an, yalnızca bir an...
İçimin karanlığında boğulduğum yıllardı. Nemden ve gamdan yıkılmak üzere olan bir okulun en üst katındaydı odası.. Odası dipsiz bir kuyuya anlatılması gerekenlerle tıka basa doluydu.. Ama o her zaman gülümserdi; sevinç gibi, coşku gibi sarardı sesi..
Yaşamın en kırılgan hattında debelenip dururken içimin çocuğu; yasladım karlarımı içinin dağlarına; herkesin, kimselerden önce bir kimsesizliğinin olduğu yıllarda...
Can'dı o.. "Sana sarı laleler aldım çiçek pazarından" şarkısı çalarken sokaklarda elimde sarı papatyalarla, içimde onulmaz bir dostlukla uça uça, koşa koşa vardığımdı..
Sonra gitti.. Uzun yollar ve yıllar girdi aramıza.. Yeniden akmak için, birikmeyi bekleyen su damlaları gibi zaman uzandı aramıza boylu boyunca...
Günler önce sesi içime aktı sıcacık.. "Gel" diyordu usulcacık.. "Zaman ince bir yalnızlık.."
Birikti, birikti ve damladı can... Şimdi  bir nehiriz aynı yolda birlikte akan...
Hoşgeldin can...

Aralık 02, 2009

meğer..


"İnsan kendinden öteye nereye gidebilir ki?" diye sormuştum yıllar önce yazdığım bir yazının son satırlarında..
Kendinden öteye köy olmadığını anladığım ama, yolun buraya kadar olduğunu idrak etmeye çalıştığım zamanlardayım..Bir göçebeye bunu anlatmak, köre göğün rengini aktarmaktan daha zordur, kanısındayım.
Meğer ne çok aradığımız, özlemiyle yandığımız yanı başımızdaymış.
Kaçtığımız, yakalamaya çalıştığımız; gittiğimiz kalmaya çalıştığımızmış..
Sanki yer yarıldı ve bir ben çıktı benden içre, kendiliğindenliği kuşanmış..
Meğer kaçtığım, varmaya çalıştığımmış; yaşam baktığımız pencerenin boyundaymış..

Kasım 29, 2009

yol,şarkı,hayat..

Araba hızla ilerlerken yağmurun ıslattığı yollarda, radyoda: "İşte ben o şarkıyı henüz yazmadım." diyen bir şarkı çalıyordu.Ezginin beni savurduğu kıyıda, yaşamın da "Henüz yaşamadım,belki yarın.." derken başımızdan geçen şeyin ta kendisi olduğunu anımsadım.. "En güzel günlerimiz/henüz yaşamadıklarımız.." diyen büyük şairin ayak seslerindeki umuda tutunarak geçtim bir şarkının içinden.. Yol bitti, şarkı bitti; hayat "tüm yaşanmamışlığıyla" devam ediyor..

bir'lik

Adam kadına dedi ki: "Bana güzel bir şey söyle."
Kadın usulca fısıldadı kehaneti:
"Birlikte öleceğiz, birlikte yaşayamasak bile..."

Kasım 26, 2009

nereye

Kendine kanat çırpan nereye gider?
Gecenin en karanlık sorusu bu oldu.
Gözlerdeki ışığın bile gölgesinde buğulu bir kuyuydu..
Her yere mi, hiçbir yere mi?
Bir türlü anlam veremediği de buydu..

Kasım 21, 2009

eğreti bir kıyıda

Her şey doluyor, çocukluğun boşlukları dolmuyor işte..
Elimizdeki koca sepetlere oburca bir şeyler doldurma uğraşımız bundan.. Ve zaman yutarken her şeyi annemizin elini yitirmişçesine korkumuz bundan. Çünkü o eli yitireli çok uzun zaman oldu.. Bir daha kimse tutmadı elimizi o yangıda.. Bir daha hiç kimse bakmadı bize, içimizin onulmaz kuyusuna..
Hiç kimseyi sahiplenemiyor, hiç kimsenin olamıyoruz belki o günden beri.. Hızla soğurken yüreğimiz, her şeyin kıyısında yaşıyoruz. Ne içinde, ne dışındalığımız, yabanlığımız, kendi yaşamımızın bile eğreti bir kıyısında soluk alışımız hep daha fazla kaybolmamak için..
Sen ve ben, iki geçmiş mahkumu; iki sınır tutsağı... Normalin çizgisinde nefes alamazken, bir yüzeye bir derine devinimlerimizle sarhoş geçiyor zaman.. Zaman yutuyor her şeyi.. Ne gerçekten seviyor ne de seviliyoruz aslında.. Yaşıyoruz çok şükür, diyoruz ama,bir kapının ağzında; ne içerde, ne dışarda; ayazda...

Kasım 10, 2009

geleceğe..

yorgun düşme/uyu düşümde...

külden gemiler..

Zihnimde karmakarışık imgeler... Bi'kaşık suda yüzdürdüğüm külden gemiler.. Kanaviçeli masa örtüleri, günaydınlı sabahlar ve babaannemin gülümseyen yüzü.. Her sonbaharda mektup mektup yaprak döken bir çınar ağacı.. Karşıda suyun geçmesini bekleyen ve kendi gölgesinden bile korkan bir kış masalı.. Bir avuç toprak, toprağın üzerinde bir taş -isim yazıyor ve tarih- yaşamımın belli belirsiz bir kıyısı.. Kırık dökük bir rüya: "Unutma, elenza.." Kasım kapımdan içeri girmiş usulca... Belli ki, ben hazırlıksız yakalanmışım.. O,gelene sevinirken, ben gidene yasta kalmışım...

Kasım 03, 2009

tarif-siz

Şimdi bana bir ömür tarif et,
Bir bıçak, yırtıp açarken geceyi....

Kasım 02, 2009

uyurgider

Karar verdim artık, ben bir uyurgiderim. Gerçeğinde yetmezmiş gibi, düşünde de hiç düşünmeden uzaklara gidenim.. Yorgun bir istiridye olduğuma sakın aldanmayın.. Burası benim bekleme durağım, dinlenme, nefes alma.. Kum tanelerinden inci üretme istasyonlarına varmadan önceki sessizliğim burası... Fırtına az ilerde, birazdan gelecek olan imgeden dümdüz gidip sola dönmeniz gerek. İçgüdülerinizi ve içtepilerinizi kullanarak bulabileceğiniz kadar kolay yerde, ama yine de dünya, haritalarla dolu.. Küçük Prens olsa: "Büyükler, burunlarının ucunu görmek için bile harita çiziyorlar.Onları anlamak zor.." derdi.. Ama ondan uzun zamandır ses yok. Sesin olmaması yok olduğu anlamına gelmiyor.. Gitti, belirsizliğe doğru uygun-suz- adımlarla.. Ben de bir uyurgiderim.. Düşümde bile gitmek isterim.. Paniğe gerek yok; hiçbir yere sığmayan, ait olmayan "gitmeci" bir kişiliğim..

Ekim 30, 2009

kanat kanat

Sana gelen ayaklarım ne kadar çoktu.. Seni saran ellerim havada kanat kanattı..Gördüm, bir çiftten kesin daha fazlaydı..

Ekim 28, 2009

git'mek

Yollar yalnızca dar sokaklara açıldığında, sığmadığında yüreğimiz sıradan sığlıklara; gitmeli insan,alabildiğine,..
Ayaklarınızı vuran bir ayakkabı gibi dar geldiğinde hayat, nasırlarla yaşamak yerine yollara vurabilmeli kendini savrulabildiğince..
Ve ayağınız yorganınızı, hayalleriniz kalmalarınızı aşıyorsa "selam olsun" deyip yeni doğan güne bavula en kullanılmamış sevinçler alınmalı, derinliğince...
Yarınlara aktarılıyorsa her yeni "şimdi", bu günler de dünlerin yarınları değil miydi?
Şimdi ve buradayı yaşamak halka üstüne halka eklenen bir zincirse güne; kendi kazdığı kuyulardan çıkıp öz'gürlüğe yürümeli insan.. Soyunup, aklanıp paklanacağı, özünün mavisinde hükümsüzce at koşturacağı yerlere gitmeli.. Gidebildiğince...
Belki geniş caddelere çıkar sokaklar, çocuk(luk)lar ağlamaz, kaçan balonların kanatları kadar hafif bir mavilikte duyumsarız, yaşarız.. Belki de ayakkabımız yorulur artık ayağımıza ettiği eziyetten, günümüz bizi bekler ve gülümüz; Küçük Prens'in gittiği yerde..

Ekim 21, 2009

çakmak ve çıra..

Boşalmış bir çakmağın hüznü dolarken güne,.. yaktım çıldırmanın çırasını kendi kendime...

Ekim 20, 2009

ben, sen(le)

Ben senle küçük bir çocuğun dondurma sevinci gözlerini,
Ben senle "yeniden dünyaya gelsem şunu yapmadan ölmezdim" kararlılığındaki tüm renkleri sevdim..
Güneş henüz batıyordu denizin üzerine.. Akşam vapurları bir bir evlerine taşıyordu insanları.. O vapurlardan birinde kanat kanat sana geliyordum. Sonra ben limanda durdum, sen bana doğru on adım attın, gözlerin çocuk bahçesi gibi çığlık çığlık.. Ellerin tuttuğunda içimin yaramaz çocuğunu.. ben senle düşebilmeyi sevdim en kırılgan yerinde düşlerin...
Sonra günler günlere eklendi, suskunluğun en derin kuyusundan kafanı uzatıp" seninle ben, sabretmeyi öğrendim.." dediğinde kaldırıp en çığırtkan hüzünleri bir bir, ilk otobüsle sana geldim. Ben kendime gelir gibi sana gelmeyi sevdim..
Tarih yazıyordu an be an uzak sevdaları.. Ne türküler yakılıyor, ne şiirler diziliyordu. Şehirlerden İstanbul'du, anlardan "bunu yaşamadan ölemem."dediklerimden.. Mısra mısra teslimdim..Tarihin tüm şiirlerine, şiirlerin tumturaklı şehrine ve kendime... Ben sende İstanbul'u sevdim...

Ekim 13, 2009

sırrı dökülmüş bir aynanın önünde

Hızla akıp giden zamanın içinde yerlere saçılan bilyeler gibi dağınık koşturuyorsun..
Durup da aynaya bakacak, denizin derinine dalacak vakti değil cesareti bulamıyorsun..
Yoğunluklarını ardı ardına sıralayışın ve hızla savruluşun bundan.. Kendini dinlememek için kulak verdiğin ritmler, kendini görmemek için baktığın sığ denizler bundan.. Sırrı dökülmüş bir aynanın tam önünde gözlerin ve yüreğin kapalı nefes nefese kalışın da..
Havanın zifrinde girdiğin evin ve odanın patlayan ampulü bir rastlantı değil.. Karanlığı seviyorsun sen.. Aydınlıkta görmeyi istemediğin, yüzleşmeyi seç(e)mediğin bir sen daha var senden içre..
Çiçek çiçek göçüşün bundan..
Çığlık çığlığa zamanların dilsiz küçük çocuğu, gelme artık ardımdan..
İnsan önce "kalma"yı bilmeli gitmeleri bildiği kadar..

Ekim 05, 2009

"aritmetik iyi, kuşlar pekiyi"

Bu gün hafif bir yazı yazmak istiyorum..
İçinden dehlizler, derinler,mesafeler geçmeyen..
Telgrafın tellerine kuşlar kondurmadan, sarsmadan, suya sabuna dokunmadan..
Mesela günümü anlatayım size.. Kalabalığın tam orta yerinde camdan dışarı süzülen çığlık çığlığa tek bakışın bana ait olduğunu söylemeden..
Ya da kadın kadına sohbetler arasında verilen kek, kurabiye tarifleriyle vıcık vıcık bir kıvamda yeni öğrendiğim tarifleri paylaşayım..Siz mercimek çorbasını bol karabiberli sevenlerden misiniz, sevmeyenlerden misiniz?
Sonra trafikte sararan yapraklarıyla baştan ayağa taçlanan güz çınarını görerek yeşil ışığın yandığını ve mutlaka bir yere hızla yetişmekte olan arkamdaki arabanın korna sesiyle uyandığımı asla söylememeliyim.. Suçun bende değil, yaprak yaprak içime şiirini işleyen güzde olduğundan hiç bahsetmemeliyim..
Teypte Edith Piaf çalmamalı kesinlikle, kapıyı anahtarla açmayı sevmeliyim..Düşlerin kilidini üstünde unutarak..
Sonrası aynı senaryo.. Sen, ben,o ve diğerleri.. Bir mış gibi yapma, bir koşuşturma, ruhundan uzakta kalma.. Duvarlar sonra kat be kat artarak,önce kendimizle sonra her şeyle,aramıza giren.
Sonra yemek masası,günün nasıldı, işyerinde her şey yolunda mıydı, tuzu uzatır mıydı,annesini sen mi aramalıydın o mu arasındı...
..........
Keyifli bir yazı yazmak istiyordum oysa, hafif, içinden kalpler çıkan pembe kutular kadar..
Neden Edih Piaf çalıyor peki; "aritmetik iyi,kuşlar pekiyi"..
Teybi kapatıp mutfağa gitmeliyim.. Kendime mercimek çorbası pişirmeliyim, bol karabiberli...

Ekim 02, 2009

kısa'ca

Vurulmuş bir at gibi duruyor çocukluğum yanıbaşımda..
Dirilip dirilip tekrar gözümün içine bakıyor, hepsi o kadar..

Ekim 01, 2009

kaybolmak..

Doğrular almış götürmüş sanki coşkularımı.. Terlemeden, üşümeden,ıslanmadan, yanmadan yaşanan tabldot bir ömrün içinde kayboldukça küçülüyor,küçüldükçe kayboluyorum .. Oysa bu günlerde ben, koskoca bir saklambaça dönen hayatımda "kaybolmak" limanında nefes alıyorum. Çocukluğumun oniki kişilik ahşap masasının altına saklanıp, yaşadığımı unut(tur)mak istiyorum..

Eylül 28, 2009

sözcüklerin sihri

Sözcüklerin sihirli şemsiyesine inanırım ben ve sözcüklerin gücüne.. Kimi sözcük soğuktur, üşütür derin kuyularda..Kimisi ısıtır kışın ayazında sıcacık bir sarılış kıvamında.. Kimi sarar sarmalar yaralarımızı, sağaltır bizi..Anarşisttir kimi de; ayırır, karşı çıkar, böler, parçalar.. Gözyaşlarım birbiriyle yarıştayken yüzümün kıvrımlarında; o en "baba" sesiyle sardı beni.. Saçlarımdaydı elleri.. Ömrümün yokuşunda susadığım o üç sihirli sözcüğü ördü parmakları saç tellerime.. Sonra söz, sese yol verdi, ete kemiğe büründü, gülümsedi: "Hepsi geçti, burdayım.."

Eylül 26, 2009

yol arkadaşlarım

Hassas bir tartı yaşamlarımızı tartmakta, yorgunuz..
Her birimiz bir köşede kendi iç sıkıntılarımızı emziriyoruz. Yaşam, akıp giden bir şey olmaktan çıkalı epey vakit olmuş.. Kendi gölgesinden korkan ağaçlar gibi durmaksızın kendimize sarınıyoruz.Kalabalıkta saklayabildiğimiz ruh üşümeleri, ufacık bir kuytulukta yakamıza yapışıyor..
Oysa biz ağız dolusu gülerdik her şeye, umut ederdik.. Severdik, gölü yalnız göl olduğu için.. Giderdik, belki de yalnız dönmek olduğu için..
Komşu kabilelerin çocuklarıydık, birbirimize görünmez iplerle bağlıydık.. Susmalarımızla bile en çok konuşmalardan daha çok şey anlatırdık..
Şimdi, yağmur damlalarının pıt pıt indiği cama, aksimiz birlikte yansımasa da, biliyoruz. okyanusu oluşturan su damlaları gibi, birlikteliğin bazen ayrı ayrı olmayı gerektirdiğini..

Eylül 23, 2009

kör parmak

Yıldızlarla yıkanmış gökyüzünün karanlığında elimdeki ipliği iğneye geçirme uğraşındayım.. Ben hep burdaydım.. Kör göze kör parmak sokarak, düzde olabilecek bir işi yokuşlarda yapmaktaydım..

Eylül 22, 2009

kadın, adam ve martı

Adam; acıya tanıdık, kendine yabancı.. Kadın, hafif düşlerle ağır yaşamına odaklı, gitmelere sevdalı... Ada vapuru, çocuğun elindeki uçan balon misali, her yöne gidebilir ama güzergahın iplerine bağlı.. Martılar, görünüşte en özgürü anın, ama aslında vapurun sıcak dumanının ve atılacak ekmek parçalarının tutsağı.. Güvertede rüzgar,en masum dokunuşlarıyla sararken sohbeti; sözcükler taşıdıkları ağırlıktan habersiz dans ediyor.. Martılar yorgun, martılar üşümüş; martılar kanat kanat... Adam;yorgunum,diyor."Ama yorgunluğum ilk defa, yaşadıklarımdan değil, yaşa(ya)madıklarımdan.." Kadın da,vapur dumanının ardına takılan canhıraş martıları göstererek ekliyor.. "Ömrüm, birilerinin hiç çaba harcamadan durup manzarayı seyrettiği yerde kalabilmek için durmaksızın kanat çırpmakla geçti..." Adam martıları seyretti uzun uzun ve susmayı seçti.... Martılar vapurla birlik olabilmek için, kanat çırpmaya devam etmekteydi..

Eylül 20, 2009

ben'siz

Başkaları için yaşanmış günler sürüsünden bir gün daha geçti...
Sahte gülüşler, sohbetler eşiğinden geçtiğimde, artık çevremdeki kalabalığın bir ağırlığı yoktu... Her şey, gereğinden fazla hafifti..
İçimde gitmelerin düşleri, ipleri göğe bağlı bir kuklayı oynadım durdum.. Durdum..
Hayatın tüm vitamini suyunda mıydı, süzersem bana ne kalırdı,...
Daha daha nasılsınız'dı...
Sağlığınıza duacıyız'dı ve de itinayla ellerinizden öperler'di...
Kısmet, hayırlısı böyleymiş, her şeyde bir hayır vardır; limanında demirledi bu gün içimin gemileri.. En yelkenler fora çağında, karaya oturdu düşlerim...
Bu sorumluluklar, vefa borçları ve mış gibiler tekrar tekrar sulandı toprağında... Bu gün her şeyde bir hayır vardı ama, her şeyde bir ben yoktu nedense...
Misi'nin yağmur yemiş dar sokaklarında yürürken,sadece nefes almak istedim...Bir de kendim olmak...
Ben'siz geçen bir gün daha yazıldı tarihin sararmış sayfalarına...Ben'siz...
Ya siz...

Eylül 19, 2009

son kişot

Çocukluğumun ahşap evinin anne kokulu odalarının huzuruyla sarıyorum seni..
Tarifsiz gece sesleri ve bin yıldız eşliğinde tutuyorum ellerini. Ellerim çocuk, ellerim sıcacık,ellerim sırılsıklam sen..
Saklambaç oynadığımız sokak aralarının heyecanı, arife geceleri yastığımın altında sakladığım rugan ayakkabılarımın dokunulmamışlığı ve bir çocuğun annesinin hasta yatağı başında büyüttüğü korkuları ile seviyorum seni..
Bunu belki ilk kez söylüyorum, önce kendime, ben seni seviyorum..
Seni seviyorum Son kişotum....

bayram ola

Bayram, bir çift gözle çocuk sevinçleri gibi ışımaktır.. Düşünmeden ipin sahibinin gazabını, kendi hayatını kendin oynamaktır. Bayram, tünelin sonundaki ışığı görmeden karanlığı göze almak, başını huzurla yastığa koymaktır.. Bayram, sadece içimizde olandır...

ait ol(a)mama

Masa hazır..
Beyaz peynir, kaju fıstık ve kadehte üzümün kızı, lal... Şerefe, derken bir çift göze, yalnızlık daha çıplak, içimin çocuğu daha uyanık.. Geçmiş, daha bir gerilerde, ruhum bugünde... Çalmayan zillerin yazgısı benim gecem. Evimin bir zili olmadığını uzun bekleyişlerden sonra farkettim.. İşte bu yüzden, kendini bekler gibi bekliyorum diğer kadehi eline alacak bir çift gözü.. Ama beklediğim hep gel(e)meyecek olan oluyor. İçimin kapısız, zilsiz çıplağına bu yüzden kimse dokunamıyor. Hiçbir yere, kimseye ait olmamak için, hiç kimseye,hiçbir yere sahip ol(a)mıyorum..

Eylül 15, 2009

yine sen..

Anladım, Sen geleceksin diyeydi acıların hepsi.. Doğumu gerçek kılan sancılar gibi...

sen..

sen korkarken kaçtın...ben kaçarken korktum...
Yerine oturmayan bir vidanın huzursuzluğu içinde kapatırken kapını, içimin yıkılan kale duvarları ardından sana baktım...
Sen, dikenleri içine dönük çiçek..
Kendi ağına takılı örümcek...

Ağustos 27, 2009

güzün yüzü..

En büyük hastalığım güz kapıda işte.. Önce hafif hafif üfleyerek nefesini,yüzümde yalnız bir serinlik yaratıyor.. Çığırtkan güneşinin fırçasıyla renkten renge boyarken yaprakları, ağır ağır dallara yürüyor.. Ağaçlar, tüyü tüsü gitmiş çırılçıplak kalıyor huzurunda.. Tam da o demde bir sabah uyanıveriyorsunuz tüm yüzünüz güz..

parça&bütün

Parçayı bütün sanma sendromundan kurtulalı epey zaman oldu.. İki yarımın her zaman bir bütün etmediğini öğreneli de...
Hep deneme yanılma yöntemiyle öğrenmeye yazgılı bir çocuk olarak, dizlerimdeki yaralarla barıştım ve uzun yollara çıktım.
Seni uzakların en uzağında,kendimin en yakınında buldum. Üstün başın dalga deniz, yüreğin tuz kokuyordu. Hep uzaklara dalan gözlerin ufuktaki martıyla bir uçuyordu..
Geldin; kalkıp gitti belkiler, mış gibiler...
Ezber bozan bir zamanın en kuytusunda iki yarım bir bütün edermiş; öğrendim, yaşamın yazık terazisi altında sele giderken hasadı bekleyen ekinler...