Aralık 28, 2010

imlalı..


Beni ne kadar çok seviyorsun, yanıtına hazırlanmış kanatlarım;
Yüreğim ki, iki yana açılmış çocuk kollarım..
Göğüm yettiğince damla damla, bulut bulut..
Seni ne kadar çok sevdiğini anlatırım..
Noktalama işaretleridir gökteki uçurtmalarım..

Aralık 27, 2010

teşekkür ederim..

Ben işyerimde günün koşturmacasına öylece kendimi kaptırdığım an süzüldün içeri..
Farkında bile değildim günün, güneşin, mevsimin.. Hatta penceremin en görünür yanından günlerdir beni süzdüğünden bile habersizdim.. Tek bildiğim sen içeri girdin; bir kuş havalandı, masmavi oldu içim..
İşimi gücümü bir kenara bıraktım ve gülümsedim..En kör saatinde zamanın ve en sağır, açık camdan süzülüp de önüme düşen çınar yaprağım;
sen olmasan,  tüm gün bir sele kapılmış  giderdim..
Teşekkür ederim..

Aralık 21, 2010

fersah fersah..

Çok sevdiği bez bebeğini gittiği her yere sürükleyen bir çocuk sıcaklığına sarınasım var..Annesinin sözünü dinlemeden yaralarının üstündeki kabuğu kanırtan, acısını dindirmek için yine annesine sığınan..
Babasının güçlü omuzlarının üstünde tahtlanan bir çocuk olasım var..
Sonra; bir sonbahar ikindisinde, sıcacık sobanın üstünde cızırdayan çayın senfonisiyle bir, dışarda yağan yağmuru seyretmek için burnumu buğulanan cama yaslayasım var.. Buğuların üstüne kanatlar yapasım, bozasım, hohlayasım tekrar tekrar kanatlanasım..
Damla damla, dalga dalga su olasım; dolasım, boşalasım; ille de uzun-uzak denizlere varasım..

anne ben geldim..

Anne ben geldim, üstüm başım
Uzak yolların tozlarıyla perişan
Çoktan paralandı ördüğün kazak
Üzerinde yeşil nakışlar olan
Anne ben geldim, yoruldum artık
Her yolağzında kendime rastlamaktan
Hep acılı, sarhoş ve sarsak
Şiirler çırpıştıran bi adam

Kurumuş kuyunun suyu, incirin
sütü çoktan çekilmiş
Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi
Ayrık otları, dikenler bürümüş
Kapıdaki çıngırak kararmış nemden
Atnalı ve sarmısak duruyor ama
Oğlum, mektup yaz diyen
Sesin hala kulaklarımda

Anne ben geldim, ağdaki balık
Bardaktaki su kadar umarsızım
Dizlerin duruyor mu başımı koyacak?
Anne ben geldim, oğlun, hayırsızın..
Ahmet Erhan

bilen bilir..

Hüznün odalarını kiraya verdim bir bir..
Bunu yalnız kendi denizlerinde boğulanlar bilir..

Aralık 20, 2010

zamansız nokta..

Yaşamın imlası bozulur bazen..
Eldeki klavuzla  kalakalınır..Kurallar her daim imlayı korur sanılır..
Bu karmaşadan yararlanan bir nokta, bitmemesi gereken bir cümleyi üstüne alınır..
En uzayası yerinden kırılır sözcükler, bir öykü kırık dökük bir deftere sığınır.. Silgi, yaşanılanı öğütmeye çalışmaktan yorgundur..
Kalem küskün: ama bu, yazdığım en güzel öyküydü, der durur..

maki

Yüreğin de eli kolu vardır, bilir misiniz?
Bağlanır, kalır..
Uzanıp göğe dokunmak istersiniz..
Her yan çam ormanıdır,
siz maki kalırsınız..

Aralık 19, 2010

o

O, beni elleriyle sevdi önce..
Alıp sıcağına, ıslak tüylerimi kurutarak..
Bazen beni, benden bile koruyarak..

Aralık 14, 2010

ilişik..

 Üstüme dikilen elbise,
yüzüme iliştirilen maske..büyük ya da küçük, ne fark eder..
Bana gülmeyen güneş, kaç arşın eder?.

Aralık 13, 2010

büyü(me)mek elde mi

Bazen gözleri büyür insanın, fal taşı gibi hem de; şaşırırken..
Ayakları kimi zaman, kendimizi arayıp arayıp bulamadığımız uzun-uzak yollardan dönerken..
İçindeki yarası büyür, kendinden geçmiş:
"İster sev, ister sevil..
Hiçbir şey olması gerektiği gibi değil.." şarkısını mırıldanırken..
Martılara simit atmaktan yorulmuş elleri, bir vapur dumanının ardına takılıp bir lokma simit için çırpınan kanatları, gitmelere ev sahibi güvertesi büyür..
Yorulduğumuz yerde yaslanma isteğimiz, yaslandığımız yerde özgür olma beklentimiz..Beklentilerin orta yerinde, başkasında erime, yani aşka düşme gereksinimimiz büyür..
Büyüyen bazen eksik kalan yanımızdır, bazen fazla gelen..
Ama yine de iyidir, içimizin çaresiz oturma eylemlerinden..

Büyümek, açılan kapılar ardındındaki düğmelerle ısınmaktır hayata,
ille de acıy(l)a iliklenen..

Aralık 12, 2010

göç'ebe

Göçmek bir oyunsa; göçebe onun ebesidir..
Olası yerler arasında, bir saat sarkacı gibi gidip gelir..
Hep yollarda, hep arada..
Bir türlü varamaz aradığına..

CEMAL SÜREYA ANMASI

Türkiye Yazarlar Sendikası, 9 Ocak’ta Cemal Süreya’yı Kadıköy’deki Öteki Kültür Sanat Merkezi’nde anıyor.
Mehrizat’ın sunacağı etkinlikte, Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü kazanmış şairler (Enver Ercan, Altay Öktem, Gülce Başer ve Kaan Koç) Cemal Süreya’yı anlatacaklar. Nurullah Can ise Cemal Süreya’lı anılarını dinleyicilerle paylaşacak.
Etkinlikte ayrıca Mihriban Çumralı yönetimindeki Şiir Tiyatrosu Oyuncuları da, Cemal Süreya'nın şiirleriyle yaşamından kesitler sunacağı, 'Uçurumda Açan' temalı bir oyun sahneye koyacak.Etkinlik boyunca şiirseverler, Papirüs dergisinin tıpkı basımlarını ve 'Şiirli Cemal Süreya Takvimi'ni de Cemal Süreya Standı'ndan temin edebilirler.Giriş ücretsizdir.*

YER: Öteki Kültür Sanat Merkezi
TARİH: 9 Ocak 2010 - Cumartesi 18.00
ADRES: Halitağa Caddesi, Kıvanç Sokak, No: 5 Kadıköy- İstanbul
TEL: 0535 564 42 54
*Haber: Ayhan Şahin

Aralık 11, 2010

yıllık hesap ekstresi..

Yine aralık..
Yeni bir yıl daha yaklaşıyor..
Eskiyen yıla aralanan bir kapı gibi, yılın son ayı..İsmini de ordan almakta belki..
Yine başladı bende bir geçmiş yıl muhasebesi..Üflenen her mumla bir dilek dileyenler bilir; yeni bir yılın başlangıcı da, bıkmadan/usanmadan yeniden başlamaya bir bahanedir.. Yaşam bakiyelerinin kontrol edildiği yılbaşları da bir hesap gününe dönüşüverir..Evdeki ve çarşıdaki hesap(lar) birbirine tuttu mu, tutmadı mı; devreden bir beklenti, bir plan kaldı mı kalmadı mı?
İşte bütün bir yıl, şeref trübünün önünden geçiyor.. Yürüyüş uzun, yürüyüş kararlı adımlarla ilerliyor..
Geriye dönüp baktığımda yüzüme bir gülümseme, içime bir serinleme yayılıyor..
Çünkü kendime verdiğim sözü tuttum..
Sıfır'dan korkmadan, yenibaştan "bir" oldum..

Aralık 07, 2010

simit kokusu

Çocukluğumun yokluk sayfalarında en çok iz bırakanlardan biri, simit kokusu...
Sizde de olur mu,bilmem; bir an bir kokuyla uzun yıllardır hatırınıza gelmemiş bir an'a yolculuğa çıkarsınız... Kokular, hayatın zaman ötesi yolculuklarda kullandığı yakıtların başındadır..
Depoyu doldurup, defterlerimize kenar süsü yaparak hayatımızı süslediğimiz(i sandığımız) yıllara gidiyorum..
Elimi cebime sokuyorum, çünkü çok üşüyorum..
Okulun en büyük lükslerinden biri simit ve uludağ gazoz. İki hafta para biriktirsem zor alabiliyorum ikisini aynı anda.. Simit kokusu günbegün uzaklaşan bir vuslat hayaline dönüşüyor.. Çözüme kol seçimleri yetişiyor ve kooperatifçilik koluna seçiliyorum..Artık her tenefüs kantine gidip simit ve gazoz satışı yapacağım. Bu şu demek, simit kokusu her gün bir dua gibi yanıbaşımda..Tanrım, ne büyüksün.. Ve ben ne kadar çocuk..
Zil çaldığında küçücük ayaklarımla canhıraş koşuyorum kantine.. Camekana yetişebilmek için ayaklarımın altına bahçeden bulduğum kiremiti koyuyorum.. Tüm tenefüs satış.. Boşalan simit tepsisindeki susamlar ise benim:)) Parmak itinayla üstüne bastırılır.. Tırnaklarının içine kadar taneler dolar.. Dişlerinin arasından gelen çatır çutur sesleri mutluluğun bestesi.. Bir de yanına haftalıktan biriktirilen parayla uludağ gazoz alındı mı, değmeyin keyfime..
Derste havadan hiç inmeyen parmaklarımın tırnakları arasına kaçmış susam taneleri şahidimdir..Ben yaşamda her şeyi tırnaklarımla (kazıyarak) aldım..
O kadar çocuktum ki, bir uçumluk kanada kandım..

Aralık 06, 2010

nihansın dideden..

Kendin..
En çok kaçtığın,
En çok yakalandığın..
Cennetteki yasak meyveleri sanki yalnız sen kopardın..
En karanlık gecelerde kendini görmezden geldin, bir ışık ara(n)dın..
Unuttun,en çok sen kendine aynaydın..
Bak, senin şarkın çalıyor radyoda, yaklaş için ısınsın:
"Nihansın dideden ey mest-i nazım"
Sana sensiz cihanda ne lazım??

göçmen kuş..

Sizi bilmem ama beni, kesin leylekler getirdi..
Bu kadar göçebeliği, başka nasıl anlatabilirim ki..

çık'ar yol..

Biliyorsun değil mi, eski bir dostu sever gibi seviyorum seni..
Çocukluğumun aydınlık yüzlü sıcak insanlarının mahallesinde, Kedili mahallede, karşı komşumuz Leman teyzenin çocuğunu sever gibi..
Çeşmede halı yıkayan kalabalığın ardından akan suyla, olmayan ülkelere mektuplar gönderdiğim, içi saman dolu eşeğimle diyar diyar gezdiğim, ağaçtan gizlice kopardığım elmaları sevinçle üleştiğim.. Masalları dillendirdiğim, yoklukları tekerlediğim..
Biliyorsun, insanın anavatanıdır çocukluğu.. Nereye gitse onu beraberinde götürür. Şairin dokunduğu her daldan onun meyvelerini bölüşür.. Ne kadar uzak'lara gitse, o kadar yakından görür..
Hayallerinin elma kokusundan tanıdığım yaramaz çocuk, seviyorum seni; kedili mahallede  kağıttan bir gemiyi hayallerimin peşinde sulara gönderir gibi..
Biliyorsun, çocukluk insanın en çıkmaz sokağıdır.. Yollar döner dolaşır, yine oraya varır..Sevda ise onun tek çıkar yanıdır..

Aralık 04, 2010

daha bir istanbul..

Aşk, çoğalmak demektir ya en çok; seninle gittikçe kalabalıklaşıyorum..
Bir İstanbul sabahı gibi gözlerin; onca şiirin içinden geçiyor, ıslanıyorum..
Gün, bir film karesi gibi başlıyor daha sabahın ilk ışıklarıyla, sağanak olup yağıyorum..
Sonra bir vapur dumanının sıcak soluğunda dalgalanıyorum..
Bir trenin puslu camına koyduğumda başımı, o tarihi istasyonda sallanan elin berraklığında nefes alıyorum..
Tren, hayat içre yol alırken, Garbarek'in sesi kareye yerleşiyor..
Yol boyunca, binbir yüzlü kentin, binbir renkli perdelerini izliyorum..
Azize Hanım(!), yemeğini yapmış, oturmuş televizyonunun karşısına, kocasını bekliyor.. Sevda(!) çok sevdiği kedisinin izinde, camlardan sarkıyor.. Ve daha niceleri..
Düşünüyorum..Nice ev yaşıyor kadınlardaki ve nice kadın yaşıyor evlerdeki. 
Sen,her daim içimdeki..
Seninle İstanbul olmayı seviyorum..

Aralık 02, 2010

gizli kamera şakası:))

Bazen öyle olur..
Bulutlardan bir yatağın üzerindesinizdir ve gördüğünüz rüyalar bile bir başkadır diğerlerinden..
Bir başka doğar güneş o sabah.. Başka bir aydınlık süzülür üzerinizden..
İnsanlar daha olumlu ve tasasız; bindiğiniz hiçbir otobüste ayakta kalmazsınız.. Bakkaldan son kalan ekmeği alırsınız, günlerdir beklediğiniz kişi tarafından aranırsınız..
Bir gizli kamera şakası kıvamında geçerken gün, fark etmeden sürekli yukarı(lara) bakınırsınız..
İçten içe mırıldanırsınız: "Tanrım, sana teşekkür ederim!.."
İşte ben, öyle bir günün içindeyim:)

Aralık 01, 2010

bir aralık..

Bir gemiydi babam,
Ufuk çizgisiyle nişanlı..
Bir görünüp, bir yok olması ondandı..
Bize de yalnız, onun dumanının ardından buğulu gözlerle bakmak kal(ır)dı..

Kasım 30, 2010

güz'e veda..

Hüznümün son tüneği, güz..
Bu gün sen de bitiyorsun..
Ve bir kış bahçesine açılıyor pencerem..
İlikliyorum düğmelerini mavinin, ömrümün üstüne..
Avucumdaki kurumuş yaprakla bir veda ediyorum sararıp solan bir iklime..

Kasım 29, 2010

parça/bütün; seçim senin..

Beslediğin her ne ise, karşında onu bulacaksın
Parçası olmak istersen, olacaksın karanlığın..
Karşısında durduğunda içinin aynasının
Fark edeceksin; parçası değil, aslısın aydınlığın..

hesaplaşma

Güzel çocuğum,
Sanadır yazdığım, yalnız sana..
Yıllarca kocaman evlerin nemli duvarları arasında küçücük bedeninle/sen üzerinden kabuğu alınmış  bir kaplumbağa gibi yaşadın.. Tek oyuncağın gibi elinden zorla alındı en saf anların..
Saman sarısı saçlarında ışıldayan güneş değil, hüznüydü yağmurların..
Köşeydin, kıyıydın; kendi kuytunda bir kuyuya asılıydın. Bir yudum gülümsemeye, bir sevgi parıltısına öylesine yaslıydın..
Sen,payına düşeni hiç alamayan göçebe bir kaptandın, yaşam pazar kurmuştu en karasında hanların..
Şimdi ortasında geçen zamanın, ayazında çırılçıplak kalmışsın bir hesaplaşmanın ..
Ne gerek var çocuğum; gerçeği biliyorsun ..
Sen kabuğu kırık bir kaplumbağa değilsin,
Aynada gördüğün, saman sarısı saçlarınla, yalnızca sensin..

Öteki

Toplumun öğrenilen zorbalığı oluşturuyor ilkin "öteki"yi..
Sürüden olmaya bir övgü belki de kendimizden farklı olanı dışlamamızın ana nedeni .. Kendimiz olamadığımız, akıntıya karşı koyamadığımız için başkalaştığımız hayatları biraz daha bol etme, farklının alanını daraltma işi..
Ben,sen,o,biz, siz ve diğerleri..
Bazen büyüğü,küçüğü, çalışkanı, tembeli; bazen de  zengini, fakiri, engellisi, koyu renklisi; bizden olmayan hep "öteki"si..

Kasım 28, 2010

boşluk'suz

SeniseviyorumSeniseviyorumSeniseviyorum
SeniseviyorumSeniseviyorumSeniseviyorum
ve senle sevmek arasında boşluk bırakmayı sevmiyorum..
Küçük İskender

bir şehri sevmek..

Bir şehri sevmek, kendini sevmektir.
Sabah uyandığında mutlu bir yüzle güne gülümsemek, göğü karanlık kaplasa da umudun ışığını hep açık tutabilmektir.
Başın dik yürürken  geniş caddelerinde,kenar mahallelere  dönüp, geçmişe gülümseyebilmektir.
Bir şehri sevmek, bir insanı sevebilmek gibidir. Her şeye rağmen ve beklentisiz olabilmektir.
Ellerin yağmur yağmış iki sokakken, rüzgara teslim bir sonbahar ağacı gibi, üryan kalmış anılarına dokunabilmektir.
Bir şehri sevmek, bir yerde, ama en çok orda, kalmak istemektir.
Bir yerde kalabilecek kadar kendine tahammül etmektir.. 

Kasım 26, 2010

denizaşırı serzenişler

Sınırlar,sınırlamalar..
Önce kundakladılar..
Sonra oyunları böldüler ve oyuncakları.. Elimde 'mavi' bir gemiyle kalmam ürküttü onları.. Köşede bekleyen 'Pembe' bebek imdada yetişen hızırdı.. Ne de olsa renkler de cinsiyetlere göre ayrılmıştı..
Olmadı, yatağına sığmayan bir nehirle eşdeğer görüp setler çektiler önüme.. Gereklilikleri öğrettiler sırasıyla, elalem ne derler'i; 'filancanın çocuğu' takip etti.. Dizginlemeye çalıştılar en uzayası yerinden hayalleri;o hayaller ki,  başkalarına benzemedikleri için budanmaktı kaderi..
Elimden alınan mavilere inat, siyah beyaz gazete yapraklarından gemiler yaptım, açık denizlere meyilli düşlere yelken açtım.. İşaret parmakları ileriyi değil, geride kalanların nemli gözlerini gösterdi.. Sorumluluk ipleriyle teğelledikleri bağları, vicdan dikişiyle kalıcı hale getirdiler..
Hep bir çerçeveye sığdırmaya çalıştılar gökyüzündeki bir çift kanadı bile.. Sınır, güven'di çünkü, sınır'sızlık korku.. Bu gün bilinmezin dumanını tüttüren, yarın onları da yakabilirdi çünkü..Giydiklerim(iz)le,işim(iz)le, yazdığım(ız)la, çizdiğim(iz)le sınırları pekiştirdiler. Olduğumuz yerde sabitlenelim diye, bir kara kalemle altım(ız)ı çizdiler ..
Olmadı; biz kal(a)madık onların karasal iklimlerinde
Onlar gidemediler hayallerinin peşin(d)e..
Çoğaldı gün geçtikçe boynumuza taktıkları zincirler,
Bizi de göndermediler..

Kasım 23, 2010

inecek var!

Sanki, deli çayın önüne çekilmiş set, birden kalkacak..Köpük köpük, damla damla çoğalarak ve yolundakini de kendine katarak akıp gidecek,yörüngesini yalnız kendinin belirleyeceği bir uzun kelimeye..
Bir gün okyanus olmaktır ya her su birikintisinin hayali, onun da öyle..
Bir durak sonra sanki,hayal edilen ülke..Yerinden kalkıyor usulcacık, bastığı yeri incitmek istemez gibi.. Düğmeye doğru ilerlerken yolda değil de, varmış sanki.. En kararlı parmağıyla mühürlüyor düşlerindeki o en uzun maviyi..
Otobüs durduğunda,işte o istenen ülkede, yürümek zamanıdır yarım kalan düşlere..
Bir gün okyanus olmaktır ya her su birikintisinin hayali, onun da öyle..

Kasım 22, 2010

kalabalık..

Biri güneşi uyandırmayı unuttu bu gün..
Sıcacık bir gerinmeyle yüzünü gösterdi önce, sonra iki rüya arası aydınlattı kurulu düzeni, sen de gördün..
Sadece insanlar değil, doğa da ezbere yaşadı günü. Bulutlar alışmışlıkla bir iki  dolaştı yüzünde göğün..
Renkler birdi, esen yel bir..
Köprü kurulamamış derin bir vadiydi yüzün..
İkiye bülündü, tutunacak yer bile bulamadı hüzün..
Biraz makyaj, bir cansız gülümseme; yağmur da yağmadı ki ıslansın göğün..
Eyy, kalabalık; yürüdüm geçtim yine yanından, aynı nakarata takılmış bir kuru gürültüydün..

Kasım 21, 2010

kabına sığ(a)mamak..

Ve yine gece..
Yine karanlık..
İçimde anlamsız bir boşluk duygusu, ne söylesem, akor tutmuyorum..
Kopuk bir tel, seslerin sessizliğinde; nedenini bilmiyorum..
Ben yine bu gece kabıma sığmıyorum..

Kasım 20, 2010

düşlerin lambası

Hiç eskimeyen çocukluğum düşüyor hatırıma,bazı an(ı)lar neden hiç solmuyor? Lambası açık kalmış düşlerim o günden bu yana renkli bir şekilde baş ucumda duruyor..
Annemin mutfakta şarkı söyleyen sesi, üfleye üfleye içtiğim sütün masum nefesi... Ve ille kırmızı alınan bayramlıkların uyutmayan neşesi..
Bir de yüzün yansıyor zamana; zaman ki, yaşamın beyaz perdesi..
Onca yıldır yapay çiçekler arasından geçtiğim bahçe, şimdi fesleğen bir doygunlukla gülümsüyor.. Düşlerin lambası, renklerini kıskanıyor..
Hayat, senin gözlerine benziyor..

yine sana dair

Sana tamamlanır yarımlar,
Sana açılır en temiz sayfalar..
Seninle çoğalır aydınlıklar..
Ve ben, güneşe gülümseyen günebakanlar gibiyim,
nereye çevirsen yüzünü, gülüşümü o yana çeviririm..

Kasım 19, 2010

yazmak üzerine..

Ben ne zaman kan(a)sam, yazmak sardı yaralarımı..
Yazmak, kurak iklimler ortasında şen bir ormanı solumaktı..
Herkese yakın, kendine uzak İletişim çağı vesvesinden uzakta; kendini tekrar yaratmaktı..
Yazmak, özümden uzakta akıp giden evrene karşı koymaktı..
İyi ki var/dı, ben ne zaman düş'sem o, yaramı öpen anne dudağıydı.. 

Kasım 16, 2010

parçalı bulutlu

Bir kuyunun başında durdu Mina..
Böyle zamanlarda durup da aşağı baktığı, daha çok kendi olurdu..
Karanlığı fırsat bilen vesveseler kaplamışken göğünü, biliyordu; yalnızca aydınlığa dönmek, onu  kendinden korurdu..

Kasım 09, 2010

denge..

nereye koydun da unuttun açılmaz dediğin kapıların anahtarını..
hayat, tek ayakla süremeyeceğin  bir bisiklet,
dengeli çevirmelisin pedallarını..

ben hiç..

Ben hiç yürümemişim meğer.. Yürümek adım adım duyarak toprağın ve baharın kokusunu, eli yüreğinde yol almakmış.. Ama ben hep "mevsimsiz" koşmalardaymışım..
Ben hiç engin denizlere yelken açmamışım.. Bir ayağım kıyıda, bir ayağım denizde; ne yardan ne serden geçemezken "arada" yaşamışım..
Ve ben kimsenin olmamışım aslında. Kollarımı kanat gibi iki yana açıp birini sarmadığım gibi, sarana yoldaş kalmamışım.. Eğreti bir iple dokuduğum sevgi elbisesiyle bildik bir "çıplak kral" masalının nakaratına takılmışım, giysileri hep ben yapmışım..

Kasım 05, 2010

yol boyunca

Kıyısız bir denizken sefer sefer,
Şimdi dalga dalga sana geliyorum..
Varmayı seviyorum, yollar sanaysa eğer...

Kasım 03, 2010

adım adım

"Ben, ömrümde ilk kez böyle şairim.." diyordu ya, en dokunur yerinden ilmek ilmek sökülen bir şiir.. İşte ben, ömrümde ilk kez böyleyim..Ardımdaki köprüleri yıkmaktan, gemileri yakmaktan, mış gibi bir gidaşata meydan okumaktan geliyorum..
Seni, bir bebeğin ilk adımı kadar büyük bir coşkuyla yürüyorum..

Ekim 23, 2010

Ben sana gelirken..

Ben sana gelirken nelerle geliyorum, bir bilsen..
Çocukluğumun bitmek bilmez geceleriyle..Bir çocuğun düşlerine dek işleyen kıyıda köşelikle..
Kuyuya baktığımda kendimi gördüğüm bir kara delikle..
Hasta bir annenin ilaç kutularıyla oynayan çocuğunun çaresizliği ve kendine yetebilme gücüyle..
Güz yaprakları gibi, içimin taşlığına bir bir dökülen hüzünlerle..
Günlerce, gecelerce gözyaşlarından devşirdiğim sevinçlerin yanında; bir yanı hiç büyümemiş, bir yanı hiç çocuk olmamış buğulu gözlerle..
Yorgun olan ayaklarım mı, ayakta kalmışlığım mı serzenişleriyle..
Birden çok yerinden kırılmış bir gülün, amansız ama dikensiz teslimiyetiyle..
Bir sana derilen çiçeklerin, bir sana s'aklanan, sakınan kokusunun düştenbozma renkleriyle..
Zamanın üstümüze basıp geçen hızının yanında, unutulmuş bir sahil kasabasının z'amansız sakinliğiyle..
Tüm kirine rağmen dünyanın, güzelliğin s'eline ve sevginin her iklimine dokunan sevda ipliğiyle..
Düşlerimden düşürmediğim masmavi hayallerle..
Ben sana gelirken nelerle geliyorum, bir bilsen..
Her mevsim,her renk ve her dizesiyle şiirin; geldiğim sensen..

Ekim 17, 2010

ev sahibi..

Hüznü anlatmak için ne çok renk var, ne çok resim ve şiir..
Onun ipliği kalın ve yapışkan.. Ne yana dönsek uğuldayan bir sessizlik, nereye gitsek, gölgemiz gibi, bizimle birlik..
Yılların kalabalığında, makamların en hüzzamında yaralı bir ceylanı besler gibi, hüznümüzü besledik..
O; en ağır, en karanlık ve en koyu olanını, batmamak üzere sarındığımız can simidi bildik..
Oysa mutluluk kanat kanat, ele avuca sığmaz ve hafif bir tüy gibi uçar.. Anlık, bir çocuğun yüzündeki gülümseme kadar..
Ne şairler anlatabilmiş onu ne ressamlar..
Oysa ben şimdi; emekle eğirdiğin iplerle ördüğüm ışığı seyrediyorum gözlerimdeki..
Şairin "bir acıya kiracı" dediği yerin tam karşı sokağında; hevesten uzak bir şiiri dillendiriyorum..
Mutluluğa ev sahibi olmak, böyle bir şeymiş; anlıyorum..

Ekim 03, 2010

anne'min sesiyle..

Bir akşamüzeri, sesinin kanatlarına tutunup soluklandım; yer,çocukluğumun arka bahçesi ..
Karanlığın yapıştığı duvarları ışıtan yegane şey, onun şarkı söyleyen sesi..
Mutfakta yemek yaparken mırıldandığı şarkılar duyulur(du),kendini iyi hissedip de kalkarsa yatağından..
Duyar duymaz koşuverirdim sıcağına,boş ilaç kutularından yaptığım kuleyi bozmadan..
"Anne, beni öper misin uykularımdan..."
Şimdi yıllar sonra, duvardan duvara huzur kaplı evinin en sıcak odasında; sobanın kenarındaki kedi gibi dayanmışken kucağına, tanıdık bir şarkının dalgalı denizi, kaplıyor derinimizi..
"Ölürsem yazıktır/sana kanmadan.."
Anne, beni öper misin uykularımdan...

Ekim 02, 2010

hoşgeldin,demek isterdim;ama hiç gitmedin ki..

Sanki hiç ayrılmamış yollarımız..
Kalabalıkta, annesinin elini kaybeden çocuğun elleri gibi buz tutmamışız..
Yıllar boyu, her vapur dumanının ardındaki sıcaklığa koşmamış; anarak içimizdeki dostu, bir güz daha geçti sensiz dost, diye yakınmamışız..
Adressiz bir özneye sayfalarca mektup yazmamışız..
Bak yıllar sonra yine aynı yoldayız..
"Arkadaş" şarkısıyla çınlattığımız sokaklar kadar tehna, bölüştüğümüz tostlar kadar sıcak ve şaşırtıcı bir ortaklıkla hayattan alacaklıyız..

Ekim 01, 2010

eylül'ün ardından

"Eylül, geldi ve geçiyor.." dedi bir ses..
Bir de baktım ki geriye, ne sararan yaprakları toplamışım, ne de yağmurla doymuş toprağı koklamışım..
Bir oldu bittiyle gel'miş ve geç'miş eylül..
Gözlerimi ekime açmışım..

ilmek ilmek..

Yüreğim..
O zorlu savaşların büyük kalesi...
Koca okyanusların, dev dalgalara rağmen batmayan, kağıttan gemisi..
Kara kışların kardeleni, yazın da dondurucu zemherisi..
"Görmedim,duymadım,bilmiyorum" dünyasının bir türlü susmayan çocuk sesi..
Yüreğim..
Renk renk düş, ilmek ilmek emek  ve sevdayı içine işleyerek..
"Yüreğim..
İlk şiirim.."

Eylül 28, 2010

doğaçlama

Üstüne "Beni yıka!" yazılmış bir araba camına döndüğünde yaşam,
Arınmalı;
kirden, vesveseden, gürültüden, mışgibi'lerden..
Tutunmalı  çiçek bakışlara, "tüm renkler hızla kirlenirken" ille beyaz kalmaya,
ve uygunadım'dan öte doğaçlamaya..

kalmanın güzellemesi

Yollar gitsin...
Martılar, mektuplar, kuşlar ve kışlar..
Hatta tüm acımazlığıyla yıllar gitsin..
Ben kalıyorum..
Ömrümde ilk defa kalacak kadar "çok" oluyorum..

(ne demiş ünlü bir filozof:) cevizi ye, gölgesine güvenme..

Toplumun sağduyusu yönlendirir insanı bir pusula gibi ..
Ceviz ağacının altında uyunmaz, der büyükler.. Çünkü yağmurla birlikte zehirli bir madde ortaya çıkarır. Altında uyuyan insan da sağlığa zarar bu maddeden nasibini alacağı için,onun gölgesinde hep uyanık olmak lazımdır.
Gelgelelim, kimi insan da ceviz ağacı gibidir.. Meyvesi lezzetli ve kıymetli.. Ama gölgesine güvenip de kendinden geçmemeli..

Eylül 26, 2010

Kaldım,dedi, Mina..

Göğe bakıyordu Mina, göğe bakma durakları beklemeden..
"Nerdeydin bunca zamandır?" diye sordu ses..
Mina, uzaklara diktiği gözlerini döndü sese, güldü..Gözlerindeki buğu gül'dü..
"Ben, gitmelerin çocuğu;  karanlıkların emzirdiği derinlik; kaldım..
Önce korktum, kalmak her şeyden önce 'kendinde' kalmaktı çünkü.. Adım adım yaklaştım, gözlerime baktım. Eğildim öptüm usulcacık, yıkık sandığım alnımdan..
Sevmek(önce kendini), kalmakmış, anladım.. Sevmek durakları beklemeden durmak, kanatları beklemeden uçmakmış.. Bir gün her şey yalnızca bir buğudan ibaret olsa bile, sevmek bildiğin her şeyi yeniden yazmakmış..."

Eylül 22, 2010

"-ecek, -acak"

Gözlerimi kapatırken günün üzerine, içimin ışığına gülümsüyorum..
Sıkıntı olayda değil, bizim onun algılayış biçimimizdedir, diyen kitapların üzerine salıyorum saçlarımı, savruluveriyor..
Uçuşan külleri içinde ömrümün, her şeyi büyük mücadelelerle elde etmiş ellerimi tutuyorum..
Her şey nasıl geçtiyse bu da geçecek, ve gelecek bu günün gelecek zamanı o zamanın kiplerini de beraberinde getirerek, biliyorum.

tut(un)mak..

Tersine işleyen bir trafik gibi gün; ya ben ters yöne girdim ya da her şey üstüme üstüme geliyor..
Derin nefes alıp sukunetimi korumaya çalıştığım şu saatlerde; dışarda deli bir rüzgar, içerde kaygılarım(ve ben) var..
Böyle zamanlarda ne zor, hiçbir şey düşünmeden ardına yaslanmak ve mavi bir tüyün hafifliğine tutunmak...

Eylül 21, 2010

Makyaj,peruk; tut ellerimi artık!

Saklandığın yerden çık ve tut ellerimi çocuk..
Biliyorum, yağan yağmurla  makyajı akan bir kadın gibi dünya.. Çirkin yüzünü saklamak için kat kat boyanan, sadakatten uzak bir işveyle saçlarını savuran..
O, saçlarını savurdukça; ağlıyorsun çocuk..Çünkü peruktan hayallerin yok senin, pamuk ipliğine bağlamadığın için günü, kalıcı izler peşindesin..Karşıdan karşıya geçen sümüklüböceği gözünü kırpmaksızın izlemen bundan.. O, gittiği yere; sen izine hayran..
Gitmenin düşlerini kurarken bir nefes alımı duraklarda artık biliyorsun; dünya bu kadar kirliyken ve her adımda dönüp ardına bakarken,  gidebileceğin bir yer var mı ki..
Şimdi saklandığın yerden çık ve tut ellerimi..Kendimizden başka sığınacak sokağımız yok gibi"..