Aralık 31, 2009

küçük mutluluklar


Küçük mutluluklar diliyorum:
Elmalı kekler, sıcak sahlepler, bir çocuk saflığında gülüşler..
Yağmurla yıkanmış toprağın kokusu, sohbetle uzayan ince belli bir bardak çayın buğusu..
 Sımsıkı sarılışlar, ruhumuza dokunan şarkılar,
trafikte yeşil ışıklar, fallarda balıklar..
Çocukken oynadığımız oyunlar tadında, mutlu yıllar..

başbaşa


Sarıldılar..Tüm geçmişleriyle, gelecekleriyle, ilikleriyle...
Belki "Dur gitme, kal biraz." diyecek kolları yoktu ama; başını erkeğin omzuna koyduğunda kadın, bir bütünü oluşturuyorlardı..
Başbaşa, bir arada..
(Görsel: Ali Asgar'ın yapmış olduğu kadın-erkek heykelidir)

Aralık 30, 2009

sesinden fesleğenler sulamak..


Deli taylar gibi özleyiveriyorsunuz yüzünüze vuran rüzgarı..
Yağan yağmurlardan, toprak kokusundan, üşüyen parmaklarınızdan bahaneler üretirken gün boyu; bir an, yalnızca bir an kıskıvrak yakalanıveriyorsunuz önce kendinize, sonra sizi çepeçevre saran özleme...
Sonrası sesinden fesleğenler sulamak, gülüşünden kanatlar takınmak ve umudu kuşanmak sıcağından..
Sonrası tufan..

camın buğusundaki


Küçücükken, camın buğusundan öğrendim kaybetmeyi..Yaptığım kuş resimleri bir "damla"olup süzülürken aşağılara.. "Kanatları olmalı insanın" dedim.. Güneşle erimeyen, yağmur olup düşmeyen, buharlaşıp gitmeyen...
Seneler sonra dört mevsime dayanıklı ruh iklimleriyle ve yeni çıkan kanatların sancısıyla yürürken yaşama, öğrendim...Kanatlanmanın bir ismi de bedel ödemekti yana yana ve acımak kana(ya) kana(ya)..
Camı is bağlamış bir lambanın ardından yaşamaktansa; kanat açmak maviliklere, en derinlere...
İşte buğudan öğrendiğim mesele...

kapı...


Sende bana ait bir şeyler var..
Bende yalnızca senin açtığın kapılar...

Aralık 28, 2009

minörlere yolculuk

 
Perdeler kapalı, dışarıda olası bir dolunay bulutların hışmına uğruyor.
Perdeler kapalı, dışarıda hıncahınç bir gök gürültüsü.. MFÖ'nün yağmur kafiyelerine tutunmuş bir imge damla damla cama vuruyor..
Yaşam en uygun makamı ararken kendine; damlalar çığlık olup taşıyor, sürüyle naylon sevinç içinde; bir garip yokluk..
"Majörler tükendi, minörlere yolculuk!.."

Aralık 27, 2009

ve dönüş..


Gittim, karaya doğru...
Yakamda bir Edith Piaf ağlıyordu..
Resim: Salvador Dali

her şey elimizde


Ellerini uzat bana...
Onlar kurdu bu yaşamı, onlar dokudu bütün incelikleri ruhuna...
Çocukken düşüp de dizini kanattığında, annenin dudaklarından önce ellerin değdi kanayan yarana...
Ellerinle başladı yeni doğan gün.. Birleştirdiğinde parmaklarını, avuçlarının arasına doldurduğun suyla arındı bir önceki gün, yüzünün uykulu hatlarından...
Yorgun bedenini dinlendirirken yatağında, ellerinin arasına aldın başını,yaslandın yeniden doğacak olan güne... Belki bir dua okudun; 'Amin!' derken yüzüne sürdün avuçlarını..
Ellerini birbirine sürterek ısındın en dondurucu soğuklarda, onlarla serinledin pastırma sıcaklarında..
Parmakların birleşip de kalemi tuttuğunda, yazdın yaşamın en okunur harflerini, ilmek ilmek işlenmiş yazgın gibi dokuma tezgahına..
Yaşamın tüm kıraç yollarına çiçekleri diken ellerindi.Makiler ellerinle selviydi..
Yaşamı yeşerten,ölümü bekleten ellerini uzat bana şimdi; sihrine inandığım ellerini...Yaşam da ölüm de elimizdedir..
An gelir, kimsesiz bir derinde; an gelir karanlık bir dehlizde özgürlüğe uzatır gibi... Ellerini uzat bana..
İpini kaybetmiş dipsiz bir kuyunun endişesi, kağıttan yaşamların yağmur tedirginliği silinip gitsin..
Makiler selviye dönüşürken; her şey elimizdedir...

Aralık 26, 2009

yaşam ve sözcükler


Bazen her şey susar, Alır yaşam sazı eline, yalnızca derinden hissettiği o türküyü söyler..
İşte o zaman sözcükler yetmez, dar gelir göğün enginini anlatmaya..
Biliyorum,yaşam sözcüklerden büyüktür..

göğe baktığım..


Gözleri çocuk, yüreği can; güzel insan.. Sıcağında ne de aydınlık sabahlar ve kocaman umutlar ..
Yeni dağılmış bir ilkokul kadar cıvıl cıvıl  maviye boyadığım duvarlar..
Şairin "Durma, göğe bakalım."* dediği yerde; halka halka büyüyorsun içimde..
Bir gülüşe, bir nehir ekledin bende...
*Turgut Uyar

Aralık 25, 2009

O..



O,sulusepken yagmurlar yağarken bile; gözlerimdeki güneşi görendi.
Sesinin çağlayanıyla sararken beni; o soğuk kuyulardan çıkacağıma hep güvendi.
O,ben daha bilemezken, kanatlarımı görendi.
O,bana rağmen beni sevendi.Çıkarıp üzerinden bir bir mışların giysisini, beni bana gösterendi..

ben bugün...



Bugün yüzümü yıkarken' günaydın'dedim aynadaki suretime.
Bir türkü tutturdum yollara düştüğümde,en çok kendime söylediğim.
Köşebaşındaki mumcu kıza selam verdim,ışıl ışıl gülümsedim.
Bugün hep yeşil ışıklara,fallarda balıklara denk geldim.
Bir çocuğun ilk adımını atış mutluluğuyla büyüyen gözlerine benzedim.
Ben bugün içimde çoktum.Parçaların bütünden çok ettiğini görürken,kuyularda yoktum.

Aralık 24, 2009

Mor Mürekkep'ten

"Söz uğruna hayatı bir yalan gibi yaşadık. Ne kadar yalancıydık. Kurduğumuz oyunlarda oysa, her şey ne kadar inandırıcıydı.
Aşktan bahsettik, aşkı tanımıyorduk.Öldük, ölmüyorduk. Sadakatten söz ettik, sadakati bilmiyorduk. Sevdik, aslında sevmiyorduk. Aldık, veriyorduk; verdik, alıyorduk. Söz yerini buluyordu sadece, iyi düşüyordu, uygun. İçimiz bir hoş. Habire büyüyorduk.
Kaç kez yeri geldi diye cümleler sarf ettik aritmetik sağlamlığı bol formüller doğrultusunda. Söz yerini bulsun da!
Söylemesek ölürdük.
İnanmadan söyledik, yine öldük."
Nazan Bekiroğlu'nun Mor Mürekkep kitabından

mumcu kız

Ankara'nın soğuk sokakları..
Bir çocuk, köşe başını tutmuş, sergisi yerlerde..
Önünde kendinden büyük mumlar, renk renk, koku koku.. Yakmış mumlardan en çoğulunu..
Kimsede yok onun mumunun kokusu..Tüm geceyi ışıtıyor, yayıldıkça yayılıyor; hiç sönmeyecekmiş gibi bir hevesle, esen rüzgarla birlik ve ona inat yanıyor..
İnsanlar kocaman, insanlar koca ayaklı ve soğuk an be an..
Gece insanlardan da buz, vakit dar mı dar..
Geçen saatler ellerini daha bir donduruyor ve yüreğini, insanları daha bir büyütüyor gözünde ve incelikleri...
İnsanlar uzaklılarıyla kocaman.. İnsanlar içine düştüğü bir kuyu gibi derin  an be an..
Mum,diyor, mum.. "Renk renk mumlarım var..Bakmadan geçmeyin.."
İnsanlar aceleci, hep yetişmeleri gereken yerler var; insanlar büyüdükçe küçülüyor incelikler. Ve uzuyor soğuk, uzuyor gece, yokluk kuyunun içine atılan taş.. Durdukça yürüyor iliklerine..
Artık bakmıyor yüzlerine, yüzlerce yüzü olan koca ayaklı insanların.. Sesi daha cılız: "Mumlarım var..Renk renk.."
Gece yarısı sergilerini toplarken kocaman insanlar soğuk caddeden, küçük kızı ağzında bir sözcükle donmuş buluyorlar.. "Sıcak.."
Yaşam soğuk, sesler boğuk..
Küçük kız öylece serilmiş yere bir sergi gibi.. Önünde kendini ısıtacağı mumları soğuklara satmaya çalışırken..
Ankara'nın soğuk sokakları..
Bir çocuk köşe başını tutmuş, sevgisi yerlerde..
.....Küçük kızım, seni ısıtacak mum ellerinde, bak artık kendi içine.......

mış,miş...


Bir "kaçak gelin" yanı başımda uyuyor.. Soluk alış verişlerini duyuyorum.. Sanki birazdan uyanacak ve içinde bulunduğu yaşamdan koşa koşa çıkacak..
Hiç gidilmemiş bir ülkenin hayalini, saçları yalnız sabunla yıkanan çocukların şampuan kokulu düşlerini görüyor uyur uyanık uykularında.. Orda açlık yok, terkedilmişlik yok.. Orda kaçıp gitmeler yok.. 
İnsanın en büyük savaşı kendiyleymiş.. Kaçtığı kendisi olunca bir uyurgiderin, göçebe çizgili yollarda hiçbir yer mesken değilmiş. Kendinde kal(a)mayan, kendinden de gidemezmiş..
Peki ama, anlamak yeter mi(ymiş)?

Aralık 22, 2009

gözbebeklerimle bir büyürken dünya


Yıllar yılı hep hüz'nü yazmışım, zihnimde sararmış güz yapraklarıyla..
Dönüp ardıma baktığımda, tek mevsimin yalnız sözcükleri dökülüyor bir bir..
Ne zenginmişim yalnızlıktan, acıdan yana ve ne cahil mutlulukların resmini yapmada..
Şimdi "Uçuruma bakarsan, uçurum da senin içine bakar."* diyen sesini alıp, asıyorum duvarıma..
Annesinin sıcağında  dünyayı dillendiren çocuk şaşkınlığında, yürüyorum sokaklarda..
Göz bebeklerimle bir büyürken dünya; yüzüme vuran rüzgar,orda kal..
*Nietzsche

sana söz veriyorum çocuk


Adı kara Ankara'nın sokakları dar geliyor şimdi omuzlarıma..
İçimin çocuğu geçmişin kırık-dökük anılarını toparlıyor. Yeniden yazıyorum bir kaplumbağa gibi sırtıma bindirilen rollerin tarihini..
Unutulmuş, terkedilmiş ve hep koşullu sevilmiş bir çocuğu; güneşin koşulsuz doğduğuna inandırmaya çalışıyorum. Gözleri buğulanıyor, dudaklarını büküyor; masalları seviyor.. Orda hep iyiler kazanıyor çünkü.. Orda  umutlar, bir böcek gibi ezilmiyor..Orda bir müzik kutusunun büyülü sesiyle sevgiye olan inanç emziriliyor..
Yıllardır dirsek çürüttüğün sıralar, okullar öğretemedi sana: "Kendini anlamayanı kimseler anla(ya)maz, sevemez kimseler kendini sevmeyeni.." Önce kendin inanmalısın buna besbelli..
Şimdi açıp kocaman gözlerini, bir kandırılmışlığı aralıyorsun. Ne dinlediğin, ne istediğin ne de beklediğin gibi değil çünkü dünya.. Masallardaki prensesler kurtları emzirirken, yürekleri değil duvarları kurşundan tüm askerlerin..
Şimdi, bu soğuk kentte, seni donmak üzere bulduğum bu köşe başında, sana söz veriyorum çocuk; sana söz veriyorum.Sırtından kaldırıp onca yükü, eşiklerden sileceğim seni..
Bir böcek gibi ezilen inançlarını bir bir yeniden büyüteceğim.. Koşulsuz açar çiçek, güneş koşulsuz doğar...
En çok ben seveceğim seni..

akordu kaçmış bir kemansa yaşam


Dibi tutmuş bir tencere, akordu kaçmış bir kemansa yaşam; durup dinlemeli yaşamın ritmini..
Kuşları,kaldırımları, yol yol sokakları, rüzgarı ve doğayı..
İnsan, neyi dinlerse onu duyar ve neyi duyarsa onu yaşar(mış)..
Yıldızlarla yıkanmış göğün ıslık ıslık rüzgarları şahidimdir.
Yeniden yazılacak bu beste; akordun bozulduğu yerde...

Aralık 21, 2009

kağıttan kuşlar uçuyordu


Siz hiç yüzünüzü "mış gibi"lerden arındırıp, bir masalın kuytusunda soluk aldınız mı?
Yerden kesilen ayaklarınıza bakıp da, kocaman gözlerle şaşırıp kaldınız mı?
Balmumu kanatlarınıza aldırmaksızın, göğün en yücesine yükselip umuda sarınarak mekansız bir zamanın içinde, biçimden biçime aktınız mı?
Ben aktım..
Bir bir attım beni batıran ağırlıkları özümden; yüzümü gördüm, yüzünün aynasında..
Baktığım kuyular kanat kanat kapanırken karanlığa; bir nehir aktı, bir yakadan bir yakaya..
Bu kez seyretmedim, ıslandım..
Kağıttan kuşlar uçuyordu, ben de kanat kanattım...

Aralık 16, 2009

kilit


İşte orda başladı kaybolmuşluk..
Yaşam oyunumun başı bir yere, sonu bir yere dağıldığı,öncülerin önde durmayı hakedemedikleri yerde..
Baş'lar ayağa düştüğünde, ya da ayaklar baş olduğunda hızla kana karıştı derin bir kendinden geçme..
Kapısını yitirmiş bir kilidim, o gün bu gündür,
Az kaldı bitecek eşikler ve beklemeler..
Kaybolmak için en son gün, dündür..

Aralık 14, 2009

karıncalar gibi


Paket program halinde elimize tutuşturulan yaşam, bize ait olmayan bir elbise gibi eğreti duruyor üstümüzde.Bir yerden bir yere yetişme uğraşı içinde, sürekli koşturuyoruz.Ayaküstü yaşıyoruz… Sohbetler, yemekler, görüşmeler….

Yaşamımız bize ait değil çünkü. Önceden kurgulanmış bir senaryoyu hızlı çekimde oynuyor gibiyiz.Kış hazırlığı yapan karıncalar gibi koşuştururken, bazen, bir an durup antenlerimizle karşımızdakine dokunuyoruz, birkaç saniye yalnız. O an, her şey duruyor, yaşamdan çalınmış anlar ufak bir hediye paketi gibi avucumuza konuyor. Sonra arkamızdan akıp giden trafikle irkilip, yeniden bir yıldız gibi kayıyoruz kendi ömrümüzde. Şairin dediği gibi*: Artık: “kimsenin vakti yok/durup ince şeyleri düşünmeye”

Sulu sepken yağmurların altında, bir damla bile ıslanmıyoruz. Özümüzden ve inceliklerden uzakta; kendi topraklarımızda, önce kendimize sonra her şeye sürgün; hızla eskiyor ve eskitiyoruz.

*Gülten Akın

Aralık 11, 2009

b'eklenti


Her şey -sanki- beni bekliyor.
Dostlar, günlerdir kapalı olan telefonumun ucunda, parçalanmışlığımdan bihaber paylaşmayı,
Mutfak camının kenarında yıllardır ilgisizliğe rağmen gülümseyen emektar menekşe sulanmayı,
Brecht'in şiirlerinden  kopup gelmiş bahçemdeki erik ağacı, yapraklarını bir bir döktüğü mevsimin soğukluğundan kurtaracak kocaman bir "günaydın"ı
Kütüphanemin raflarına  artık sığmayan kitaplarımdan sıradakiler okunmayı,
Kör kuyum; blogum yazılmayı,
Yaşam, tüm yanlışlarına rağmen yaşanmayı,
Köşede duran hayalden bir şiir varsayılmayı.... bekliyor..
Beklentiler, eklentiye dönüştüğünde başlıyor yaban'lık ve katlanmaktan küçülmüş bir yaşamda ipsiz sapsız bir yalnızlık..

Aralık 10, 2009

istek kipinde bir serzeniş..


İstanbul gibi orda kalsa umutlar...
Seller aksa dere yatağındaki evleri boğsa, deprem vursa taş üstünde taş kalmasa..
Yüzyılların kültür beşiği karmaşasıyla ve tumturaklı rüzgarıyla sallanıp dursa... Şiirler, efsaneler yazılsa üzerine.. Birbirlerinin yüzüne bile bakmadan geçse ve gitse, hep bir yerlere yetişmeye yazgılı insanları, görmeden sokak aralarındaki erguvanları..
Ben bir adım atsam.. Bu öyle bir adım olsa ki, yeniden yazılsa tarihi "sınır"ların.. Orhan Veli'nin gri parkasıyla ısınsa kentin bütün düşleri.. Düşlerim, düşmese en tutulası yerinde yaşamın..
Ben gitsem, her şey kalsa... Yerini beğenmiş bir çiçek gibi, toprağına kök salmış bir ağaç gibi, altın kafese aldanmayan bülbül gibi; her şey kalsa..
Ben bir adım atsam.. Bir güvercin havalansa.. En sıcak kuytusunda uyusa tüm imlasızlıklar..
İstanbul gibi orda kalsa umutlar..

Aralık 08, 2009

CAN'dan mutlu istiridye'ye


Geçmişin sararmış yapraklarından güne dolan bir an, yalnızca bir an...

Dostluğu, aşkı, güzeliği yaşadığım ve paylaştığım kente dönüş yıllarımdı. Bulduğum yeni, bıraktığım eskiyi daha da güçlendirdi. Kentin hiçe sayılmış, yalnız bırakılmış, varoşluğa dışlanmış, sert görünümlü sıcak insanların mahallesinde çatık gülümsemeyi, mesafeli sıkıca sarıp sarmalamayı, asice sevmeyi öğrendim. Canhıraş umut aşılıyordu insanlara, sarıyordu sarmalına sevgiyle içindeki karanlığa meydan okurcasına.. Mimikleri yaşasa da farklı duyguları an be an, gözleri pırıl pırıl gülümsemeyle, hep aydınlık bakardı. Renk oldun yaşamıma.. Vermiştik el ele, "Aynı bataklıktan bakmaya çalıştık yıldızlara" umutla, birlikte.. Birlik oldukça "gülümsedim", yağdıkça karlar dağlarıma usul usul dostluk çiçekleri büyüttüm..
Sonra ayrılık oldu, eksildi renkler bir bir hüzünle.. Yollar ıradı ama unutmadı Can(!) Koca ummanda farkında olmadan buldu seni.. Şimdi bir nehiriz aynı yolda birlikte akan ve akacak olan...
Sevgiyle.. Yaşam umudun dinmesin hiç..

(İzni olmadan bu mektubunu yayınlamama umarım kızmaz Can(!).. Coşkumu içimde tutamadım, paylaşmak istedim.)

Aralık 06, 2009

hoşgeldin can


Geçmişin sararmış yapraklarından güne dolan bir an, yalnızca bir an...
İçimin karanlığında boğulduğum yıllardı. Nemden ve gamdan yıkılmak üzere olan bir okulun en üst katındaydı odası.. Odası dipsiz bir kuyuya anlatılması gerekenlerle tıka basa doluydu.. Ama o her zaman gülümserdi; sevinç gibi, coşku gibi sarardı sesi..
Yaşamın en kırılgan hattında debelenip dururken içimin çocuğu; yasladım karlarımı içinin dağlarına; herkesin, kimselerden önce bir kimsesizliğinin olduğu yıllarda...
Can'dı o.. "Sana sarı laleler aldım çiçek pazarından" şarkısı çalarken sokaklarda elimde sarı papatyalarla, içimde onulmaz bir dostlukla uça uça, koşa koşa vardığımdı..
Sonra gitti.. Uzun yollar ve yıllar girdi aramıza.. Yeniden akmak için, birikmeyi bekleyen su damlaları gibi zaman uzandı aramıza boylu boyunca...
Günler önce sesi içime aktı sıcacık.. "Gel" diyordu usulcacık.. "Zaman ince bir yalnızlık.."
Birikti, birikti ve damladı can... Şimdi  bir nehiriz aynı yolda birlikte akan...
Hoşgeldin can...

Aralık 02, 2009

meğer..


"İnsan kendinden öteye nereye gidebilir ki?" diye sormuştum yıllar önce yazdığım bir yazının son satırlarında..
Kendinden öteye köy olmadığını anladığım ama, yolun buraya kadar olduğunu idrak etmeye çalıştığım zamanlardayım..Bir göçebeye bunu anlatmak, köre göğün rengini aktarmaktan daha zordur, kanısındayım.
Meğer ne çok aradığımız, özlemiyle yandığımız yanı başımızdaymış.
Kaçtığımız, yakalamaya çalıştığımız; gittiğimiz kalmaya çalıştığımızmış..
Sanki yer yarıldı ve bir ben çıktı benden içre, kendiliğindenliği kuşanmış..
Meğer kaçtığım, varmaya çalıştığımmış; yaşam baktığımız pencerenin boyundaymış..