Mayıs 25, 2010

düğüm..

Eğildi, suya baktı Mina..
Attığı taş, kurbağayı bile ürkütmemişti..
Sarmal sarmal bir izin peşinde düşündü dur-du..
Bir türlü çözememişti,
kağıttansa her şey,
neden yağmuru seviyor-du?

kağıttan..

Kağıttan bir gemiyim ben, denize sevdalı..
Eskiden sorsanız, maviye, derdim. Ama öğrendim artık renk ahenk yaşamanın tadını..         
Gider dururum uçsuz bucaksız denizde; bir karış boyumla fersah fersah yol alırım.
Eskiden olsa, varmak için gidiyorum derdim. Ama öğrendim artık, aslolanın yolculuk olduğunu..
Kağıttan kanatlarımla bir başıma meydan okurum dalgaya, fırtınaya, hortuma..
Küçücük elleriyle yağan yağmura dost, bembeyaz gülümserken bulutların ardındaki güneşe,
düşüm, ıslansam da, meydan okuyup alaboraya; yol olmaktır tüm renklere, düşlere...

Mayıs 12, 2010

arının çektiği balı belası

Balkonda sabah kahvaltısı..Ormanın serinliği, yeşili üzerine yürüyor günaydınların..
Masanın üzerindeki cam tabakta bal var... Ve çevresinde, vızıldayarak dönüp duran pervasız bir eşek arısı... Belli ki kokuyu aldı, uçtu geldi.. Yaptığı pikelerle bala konmaya çalışıyor. "Yapma,etme" çağrılarımız, belki de ona alkış geliyor.. Yola koyulmakta kararlı olan arı da olsa, kör oluyor hedeften başka her şeye...
Ve hedefi tam ortasından vuruyor. Azimli ve aceleci bir işçi gibi vakumluyor balı.. Balın üzerinde didindiği her an, bir bacak daha batsa da; bal tatlı,arı haklı..
Tabak bir kuyu, arı bir insana dönüşüyor.. Tadını aldıkça sarhoş olduğumuz, demlenip buğulandığımız onca aşk, onca hırs, onca tutku petek petek doluyor yaşam kovanına.. "Biraz daha bal" dedikçe biraz daha batıyoruz dipsiz kuyuya.. Battıkça daha kıymetleniyor tabaktaki..
Ve sürüp gidiyor yaşam sofrasındaki, sabah kahvaltısı..
Bal tatlı,arı haklı.....
Ya da arının çektiği, balı belası...

Mayıs 10, 2010

"çok yaşa"malı..

Çalan telefonla girdi içeri.. Tüm odayı kapladı, kuruldu hüzünden bir koltuğa..
"Çiçeklere iyi bak ve çocuklara.." diyen bir sesi bile kalmadı ardında.. Ardında yalnız, "zamanında" yaşanması gereken bir ömür olduğunu bıraktı. Bir de insanın önüne geçen hırsların, kalıpların, kuralların ve doğruların geçkin sızısını..
İçinden kuşlar göçmeden;  hapşırmana gelecek sesi beklemeden haykırmalı..
Yaşamalı demek ki, "çok yaşa"malı..

Mayıs 09, 2010

seyr-i ömür

Hep geç kalmaya yazgılı bir tren seferiydi ömrümüz
Geçip giden zamana seyirci olduğumuz  camdan bir çile...
Durup getiremiyorduk geçmişte kalanı hiçbir şekilde..
Kendimize hasret konaklarken şiirlerarası terminallerde,hep geç kalıyorduk;
önce kendimize, sonra yaşanılacak her şeye..
Uçurumları seviyorduk ama kanatlarımız sızlıyordu,gittikçe büyüyordu acı bir tamamlanamama..
Her istasyonda arkamıza bakmadan bıraktığımız hüznümüz bizden önce varıyordu gideceğimiz yere..
İnsanlar giyerken dışarıda, kendilerine biçilmiş kaftanları;
cama yaslanıp seyrediyoruz
gideni ve gelmekte olanı...

yolculuk

bir sabah vakti
uzun bir yolculuğa çıkalım seninle
bir sabah vakti
bütün yargıları geride bırakıp
bütün hüzünlerin üstünü örterek
mustafa dillioğlu

Mayıs 06, 2010

yaşamlar ve matruşkalar


Yaşarken upuzun gelen anlar, zaman kervanına katılınca, küçüldükçe küçülür. Bazen bir anın yüzümüzde yarattığı esrik bir gülümseme, bazen yağmurla karışan birkaç damla gözyaşı…
Kimi anılar dayanıksızdır; güneş gördüm mü bir bakımlık, solar, rengi kaçar. Kimi acılarla beslenir, Anka kuşu gibi külünden yaratır kendini, asla unutulmaz.. Kimi sulusepken yağmurun altında hüzünle boy atarken inatla, kimi kırılgandır bir damla gözyaşıyla çeker,küçücük kalır..
Bazı yaşamlar upuzun bir yoldur, inişsiz-çıkışsız,acısız ama tekdüze.. gündüz de gece de aynı griliğin hakim olduğu bir kısır döngüdür.. bazı yaşamlar mevsimler gibidir..durmadan kendini tekrarlar.bazıları bir ışıktır, yakından bakamazsınız göz kamaştırır. Kimi, altın işlemeli içi boş bir kutudur, yaşam değerlidir ama içi asla dolmayan, beş para etmeyen koskocaman bir boşluktur. Kimileri bir oyundur. Saklambaç veya köşe kapmaca misali.. kendimizden kaçıp, kendimizi kovalar; kendimizden saklanır, kendimizi ararız..
Bazı yaşamlar ise, matruşka bebekler gibidir.. evet evet.. içinden hep yeni bir şey çıkan, “Bu son herhalde” dediğimiz anda hiç bitmeyen yenisiyle bizi şaşırtan matruşka bebekler….içiçe, hep beraber bir bütünü oluştursalar da , parçaları tamamlamadan ulaşamayacağınız bir gerçeği saklar..

Mayıs 04, 2010

korku(luk)

Korkmuyorum hiçbir şeyden..
Bahçedeki erik ağacının meyve vermemesinden, yazın hiç gelmeyeceğinden, yaslandığım duvarın güvenirliğinden...
Korkmuyorum hiçbir şeyden..
Yolların hiç bitmeyeceğinden, vuslatın hiç gelmeyeceğinden, geride bıraktıklarımla cebime aldıklarıma değip değmeyeceğinden..
Korkmuyorum ben, hiçbir şeyden...

Mayıs 03, 2010

bazen..

Bazen, karanlık olur, içinin aydınlığı yetmez gecenin koyusuna..
Buruşturulmuş mendiller, yarım bırakılmış bir kadeh gibi durur kenarda gün..
Bazen, sözler hiçbir şey ifade etmez..
Bazen ne desen, yetmez..