Mart 20, 2013

AŞINMA


 İzmir fuarındaki sırtlanı düşünüyorum. Kafesinin beton tabanı çepeçevre aşınmış; gezinmekten.
Aşınan yer, kafesin en uzun yolu..."
 
Yusuf Atılgan, Saatların Tıkırtısı

seçme şiirler

"Kırk yaşımızda,
yüreğimize yirmimizde sıktığımız bir kurşunla ölüyoruz..."
 
Rene Char

sinek ısırıklarının müellifi

Barış Bıçakçı'nın son romanı Sinek Isırıklarının Müellifi, öncelikle ismiyle dikkat çekiyor..
 
Yazar olma hayalleriyle, kurulu düzenini bozan Cemil'in yayınevine bıraktığı kitap dosyası yüzlerce benzerinin arasında beklerken, aslında tozlananın ömürler olduğunu anlatıyor yazar, bir şey anlatma amacı gütmeyerek hem de.. Sanki oradan geçiyormuşsunuz da perdeyi aralamışsınızca bir yaşamın orta yerinde buluyorsunuz kendinizi. O toplu konutun izbe yalnızlığının paydaşlarından biri oluyorsunuz. Yokuştan ağır ağır tırmanan 542 nolu otobüsü camdan seyrediyorsunuz. Akıtan banyonun altındaki nemlenmeyi anlamak için gazeteler seriyorsunuz zemine.. Birden siz de o zeminde oluyorsunuz..
 
Ruhsal söküklerin teğellenerek onarılamayacağı, sağlam dikişlere ihtiyaç olduğu bir coğrafyanın insanları, kendilerinden kaçışlarında ille de bir şeyler söylemek istiyorlar.
 
Bıçakçı, edebiyatın bir aforizmanın ötesinde bir şey olduğunu anlatıyor ısrarla. Aforizma, kanayan yaraya pamuktur çünkü.  Onarmaz, iyileştirmez, kanı durdurur yalnız.. Halbuki edebiyat, kökünden çözmeli, gerekirse acıtmalı.. Ama Cemil, sinek ısırığı gibi bir acı bırakıyor yalnız, yazdıklarıyla.. İşte o yüzden sinek ısırıklarının müellifi sayıyor kendini..
 
Barış Bıçakçı'nın genel tarzını sergileyen bu son kitap da diğerleri gibi bitiyor; yani bitmiyor.. Onca okunan sayfaya ve yaklaşılan hayata rağmen eşikte kalıveriyorsunuz.. Kesit romanı yazıyor çünkü o, onunla akan sular bir yere varmıyor; ama akış o kadar büyülü ki kendinizi kaptırıyorsunuz..
 
İlle de dramatik, trajik, vurucu bir son bekleyendenseniz bu kitabı okumayın.. Adı üstünde,o sonla vurmuyor okuyucuyu.. Sinek ısırığı gibi bir şey oluyor, azıcık acıtıyor, geçiyor..
 
Ama kaşıntısı hep oracıkta kalıyor...
 
Kitaptan
 
"Kitaplar, bir bakıma başarılmış, tamamlanmış şeylerdir. Oysa hayat başarılmayan ve tamamlanmayan şeylerle doludur. Siz dalgaların arasında boğuşurken edebiyatçılar kıyıda güneşlenip matelerini yudumlarlar...
 
İtanbu'da gün boyu dolaşırken dünyanın haline üzüldüm. Ankara'da insan sadece Ankara'nın haline üzülüyor...
 
Halbuki sızıntı hep vardır; ip gibi, yaşadıklarımızdan, okuduğumuz kitaplardan, seyrettiğimiz filmlerden zihnimize akan bir şeyler hep vardır...

 
Kör biri görmeye başlayınca ne oluyor biliyor musun? Her gördüğüne inanır...


Hayat dediğimiz sadece kimyadan ibaret.. Periyodik tabloyu ezberlesek yeter.. Evrendeki en bol iki elementin, hidrojen ile helyumun, aynı zamanda en hafif iki element olması her şeyi açıklıyor zaten. Böyle hafif bir evrende anlam ne arasın? Anlam ağırdır, dibe çöker.Falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakar.."
 

Mart 19, 2013

içimiz dışımız

Bir çocuğun gelişigüzel yaptığı bir suluboya resim gibi duruyoruz masanın üzerinde.. Sürekli bir kuruma isteği, kurayalım da duvara asılalım beklentisi.. Durduğumuz zemin, değiştirebilirmiş gibi sayfanın üzerindekini.. Ama öyle zannedilir, nereye asıldığınız ve çerçeveniz  belirler cehenneminizi..
 
Ve gün pul pul dökülüyor tuttuğumuz yerinden.. Boşlukları hep birileri dolduruyor.. Birilerinin ve bir şeylerin yoklukları ısrarla hiç dolmuyor.. Derin bir oyuğa öykünüyor yaşananlar hayal edilenin kıyısında.. Birkaç tahtası eksik bir salla vahşi doğaya açılıyor beklentiler..Onlardan uzun süre haber alınamıyor..
 
Belki binlerce kişi şu an bu dili kullanarak ağlıyor, gülüyor, susuyor; dilsizleşiyor. Bir dili kullanmak en çok da o dilde susmaktır ya, susuyoruz.. Yanımızdan ırmaklar geçiyor, kitleler kütleler halinde aynı yöne yürüyor, aynı eyleme evriliyor, aynı düşülkelerini iç ceplerinde terk ediyor..
 
Yaşamak bu kadar çoğul değil, birlikte yaptığıklarımız kadar.. İnsan, yalnız; gözyaşı, yalnızken yıkıyor yüzümüzü.. Duvarlar kalabalıklarda örülüyor üzerimize..
 
Kalın duvarlar ardında masanın üzerinde bir kağıdı suluboyuyoruz.. Kuru kuruya vazgeçtiğimiz içcebimiz en uzağımızda kalıyor; içimiz aslında en dışımız..

Mart 10, 2013

gri kalabalıktan yücelere yolculuk

Yaşam belki hep gri.. Onu renkli kılan sevdiklerimizin dokunuşları..
Seyrettiğimiz bir filmle değişen  açılar, şiirlerde sevdalar, dinlediğimiz bir müzikle pencereden süzülen bahar..
Belki gün boyu denk gelen yeşil ışıklar..
Ama en çok mutlu eden insanı, o gri kalabalıktan sonsuz maviliklere yücelten
elinizin üzerindeki o sıcacık el,
durmaksızın güveni heceleyen..

Mart 03, 2013

uçurum

Doğum günlerini kutladığın insanların sene-i devriyelerini andıkça (mı) başlıyor yaşlanma..
Azar azar.. Denizin yavaş yavaş aşındırdığı iskelenin ayakları gibi..
Sonra bir avuç insan, iki metre bez, bir kürek toprak, birkaç kırık dökük dua..
Aşındıkça dağılma, parçalanma.. Parçalandıkça azalma..
 
Bir ağacın daha yemyeşilken yıkılması gönül bahçemizden..Ardında kocaman bir boşluk bırakması ve onulmaz bir uçurum; bizimle hayat arasında..