Aralık 12, 2012

parça bütün ilişkisi

İnsan, durduğu ya da gittiği yeri belirlemek için bazen geriye dönüp bakmalı. Başlangıç noktasına doğru yol almalı, ki ufuk noktası daha bir belirginleşsin..
Eskileri karıştırdım ben de bu gece..
SBelki toprak aynı kuraklıkta, gök aynı huysuzlukta ama son üç yıldır yaşama baktığım çerçeve ne çok değişmiş...
İşte eskilerden birkaç kelam; iliği kemiği çekilmiş..

Dokunduğum her şey yalnızlığa dönüyor.
Renkler, mevsimler, yüzler, sesler değişirken aynaya aynı parçalanmışlığın sureti yansıyor. Kabuğuna sığmayan bir ömrün eşiğinde nicedir sürüyor bekleyişim..

Bütün yarımlarımı toplasam bir bütün etmediği yerdeyim

eskilerden..

Sessizliğe sarındığında gök, insan ille de kendine varıyor; en uzun-uzak yollardan sonra bile...
En yakın, fazla ırakta molalar bittiğinde yolculuk bir trenin raylarından katar katar sızıyor içimize...
Çocuk gülüşlerinden bir sevinci kuşanırken yollar, gitmek eski bir alışkanlık..En çok da kendinden geçip gitmek, kendine doğru...
Gül kurusu..
Hayal eskisi..
Göğümde dipsiz uçurumların uğultusu..

Aralık 09, 2012

mutluluk şarkısı

Sevdanın en güzel ikliminde,
mutluluk şarkısını söylüyor içimdeki çocuk..
İçimdeki çocuk, bayramlık kırmızı rugan ayakkabılarını giyinmiş kuşanmış
Peşinden en gidilesi düşlere yelken açıyor..
 


Ekim 08, 2012

sudaki balık, oltadaki yem

Oltaya takılmış balıklar gibiyiz hepimiz..
Sudan çıktığımız an, kıvranıp duruyoruz.. İşte yine öylesine bir gün denizi'ne bakarak suyu arzuluyoruz..
İlle başkalaşmamız, uzaklaşmamız, bir ipli kıskaçla tutulup kavanozun içine koyulmamız gerekiyor..
Kafka, yaşam daha başında kaybedilmiş bir savaştır, diyor kavonozundan duyulan kısık ama parlak sesiyle;
Yemi yutmuş özlemle hep geride kalanlara bakıyoruz..
Daha baştan kaybedilmiş bir savaşın "durmaksızın" enkazını topluyoruz.. 

duyguların deklanşörü

Aslında hiçbiri orda değiller, bizim onları gördüğümüz yerde..
Her şey olup bittikten sonra o yüzden bir başımıza, elimizde boş bir çerçeve ya da çerçevesiz bir resimle öylece kalakalıyoruz..
Ne eşikte, ne evde; ne yolda, ne arafta.. Allayıp pullayıp "oraya" koyduklarımız arayıp da bulamadıklarımız oluveriyor. Hem de kaşla göz arasında..
Çünkü aslında "orada" değiller hiçbiri, bizim onları gördüğümüz yerde..
Biz onların fotoğrafını çekiyoruz, elimizdeki çerçeveye en uygun biçimde..
Duyguların deklanşörüne basarak hem de..

öğrendim ki

İsim güçlüyse, sıfata gerek duyulmaz...

Ekim 02, 2012

Ne Mümkün

Yalnızca güvenli olduğu için küçük,pis havuzunda ömrünü geçiren kurbağa;
ne anlar her yağmur sonrası daha sulak diyarlara ulaşmak için ter döken salyangozu...

Eylül 29, 2012

terliklerimle geldiğim

Masanın üzerinde duran çiçeğin tazeliğine ne olur?
Daha ilk yangında, yangından ilk kuratılacaklar'a ya da ilk boranda önce çocuklar ve kadınlar'a ne olur?
Coşkunun dalgaları işte o zaman hangi kıyılara vurur, kabına sığacak bir sur nasıl bulur?
Sesinde "ne olcaksa olsun"un kokusu var..
Sessizliğinde bir türlü dile gel(e)meyen kaygılar..

Elini nereye koyacağını bilmenin rahatlığı,
sabah denizin sütliman olacağını bilmenin alışkanlığı neyin yerine kurar tahtını?

Sesimde yalnız gecelerin korkusu, ayağımda ev terlikleriyle yürüdüğüm yolun kuytusu, tozu...

Sesinde ben yokum.. Sessizliğim ondan..

alıntılar

"Neden bir de rüya görürüz? Her şey olup bittikten sonra neden bir de rüya görürüz? Karmaşanın, keşmekeşin, hayatın yorucu zenginliğinin içinde eksik kalan nedir ki, uykunun kuytusunda ille de tamamlanması gerekir?"

"Hayatımın en uçarı, en kapısı, penceresi açık dönemini özlemiştim.."

"Önce aşk vardır. Hatırlamak da, acı çekmek de, sevgilimize vereceğimiz çiçeğin fotosentezi de ondan sonra başlar.."

"Birine aşık olunca, ömrün boyunca onu aramışsında sonunda bulmuşsun gibi, geçmişini tekrar kurgularsın.."

"Kıyıdan uzaklaşmanın coşkusuyla iki kulaçta bir dönüp arkasına bakan çocuklar gibiydim..."

"Gülüşümüzün tüm dişleri tamamdı da gençliğimizin üç dişi eksikti.."

"Çünkü yaşayanların kavramları olurdu; yaşamayanların yasakları, suçları, günahları..."

"Her şey gerçekten Nihal'le ilgili miydi yoksa aklım bir dokuma tezgahı gibi mi çalışıyordu, her ipten aynı kumaşı dokuyordum?"

"Yeni neslin hisleri derine nüfuz etmiyor, derilerinde kaşıntılı kızarıklar olarak kalıyor mu diyeceğiz?"

"Yaşamak aslında birbirinden kopuk yaşantılar arasında bağlantılar kurmaktır. Bir hatırayı diğerine bir fotoğraf albümü değil yaşayan bir insan bağlar.."

BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ- BARIŞ BIÇAKÇI

bizim büyük çaresizliğimiz

"Zor bir yazın zor günlerinde" yazmışım kapağına..
Aynı evde oturmasa da çaresizlikler birbiriyle kardeş gibi..
Ender ve Çetin'in hikayesi ansızın değil ama yavaş yavaş başlıyor.. Geliyor ve gitmiyor. Eksikleri fazlalıklarıyla orantılı, iyi bir yapbozu oluşturuyor onlar. Birbirlerini bulmalarının en başlıca nedeni bu.. En basitinden biri yemek yemeyi seviyor, diğeri yemek yapmayı.. Pay ve payda gibiler de bir kesir çizgileri eksik..Nihal'in ailesini kaybettikten sonra evlerine yerleşmesiyle o da tam oluyor.
Başlıyor bir büyük çaresizlik kendini beslemeye..
Sağlam bir dostluğun paha biçilemez tadı, yakıcı bir aşkın iç parçalayıcı ve kafa zonklatıcı ağırlığı.. Çelişkiler, acaba öyle miler.. Yeni yazılmaya başlanılan alfabeler.. Çaresizliğin harfleriyle dokunan ama okunmayan bir yazgıdan kesitler..
Barış Bıçakçı'nın Sait Faik'le Oğuz Atay arası tarzı etkileyici..
Ben, "ille" okuyun derim..

Kitaptan:

"...İhtiyarlar şöyle der: "Neden bir tane! on tane alın!"
Bir gün biz de ihtiyarlayacağız Çetin. zZmbereğimiz boşalacak. İçimizde bakılacak, araştırılacak bir şey kalmayacak. Biz sadece biz olacağız, "ümitsizce kendimiz" olacağız. Hastane binalarına hayranlıkla bakacağız:"buranın kardiyoloji servisi iyiymiş diyorlar." İlaçlarımızı plastik bir margarin kutusuna koyup yanımızda taşıyacağız. Şehirde
yapamayacağız artık Çetin, binalardan ve otomobillerden usanacağız. Ankara'dan ayrılacağız. şehrimizden... Her şeyi satıp savıp deniz kıyısında bahçeli bir eve yerleşeceğiz. Bütün paralı şehirlilerin, sürükleyip getirdikleri maddi güvencelerle birlikte döküldükleri bu hayal-denize, ne yazık ki biz de döküleceğiz. Ağaçlarla ilgileneceğiz, bitkilerle ve onlara iyi gelecek şeylerle: ışıklarıyla, su gereksinimleriyle ve böcek ilaçlarıyla... Dış dünyanın bilgisiyle meşgul olacağız. Ağaçlara, çiçeklere, kuşlara, balıklara isimleriyle sesleneceğiz. Şehirde, doğanın bizi yalnızca bir ceset olarak kabul edeceğini düşünürken, orada, deniz kıyısında doğaya aitmiş gibi hissedeceğiz kendimizi. Çıplaklığımızı seveceğiz. En önemli sistemlerin sindirim ve boşaltım sistemleri olduğu konusunda coşkulu bir biçimde hemfikir olacağız ve pekliğe iyi geldiğini bildiğimiz otları kurusun diye ters çevirip sayvanın tavanına asacağız.

Sen sormadan söyleyeyim, balık da tutacağız Çetin. küçük bir motorla sabahları pata pata balığa çıkacağız. Tatile gelen genç, hevesli oltacıların "Burada ne balığı çıkar?" sorusuna, birbirimize bakıp, "Say, aklına gelen bütün balıkları say, hepsi çıkar," diye yanıt vereceğiz.

Kışları, kıyı tenhalaştığında, sandalyelerimizi ılgınların altına koyup denizi seyredeceğiz. Geçmişten konuşacağız. Bütün yaşadıklarımızı bıkmadan, usanmadan ve artık utanmadan hatırlayacağız. Deniz azacak burnumuzun dibine kadar gelecek. Hırkalarımıza iyice sarınacağız. bedenlerimiz, olan biteni kabullenmemize olanak tanıyacak bir hızla çevikliğini, gücünü, dayanıklılığını yitirmiş olacak.

Hayatı, büyük çaresizliğimizi, nihayet anladığımızı düşüneceğiz. İçimizde bilmediğimiz bir şeylere isyan etme isteği doğacak.

Sonra yine bahar gelecek, yaz gelecek. tekrar eden şeyler bizi tekrar tekrar sevindirecek.

Bir gün başlarımızda şapkalarımızla bahçede çalışırken, genç bir kadın duvarın ardından seslenip, tek bir kökten mor, kırmızı, siyah ve sarı biberler veren süs biberinden bir tane koparıp koparamayacağını soracak. Sen ya da ben (ne fark eder!) şapkamızı çıkaracağız, başımızı kaşıyacağız ve yumuşak, kur yapar bir edayla, "Neden bir tane! on tane alın!" diyeceğiz..."

Eylül 18, 2012

kuyular,dostlar ve duVARLAR

Bazen insan bir duvarın başına gelir.. Dinleyen yalnız dört duvar olsun, dinledikçe taş kesilsin istenir.Dipsiz kuyuların en ipsizine usulca yaklaşılıp gam yükü itinayla yele verilir. Yel alır söyleneni, lal olur dili, esişi..

Dost dostun kuyusudur ya.. Bir süredir tüm dostlar kederden bir gömleği çıkarma uğraşında.. Bazen dışardan ne açık seçiktir gerçek ve çırılçıplak yapılıp edilecekler.. Ama gömlek üstündeyken insanın, üstüne üstlük keder terleri dökülüyorken, baştan çıkarılamıyorken bir zamanlar seviyle ve kendi ellerimizle üstümüze diktiğimiz gömlek; çıkış bulunamaz olur. Bilinmezlikle büyümüş gözlerimiz bir türlü sığmaz iki yaka bir dereye..  Nasıl olur da unutulur düğmeler, nasıl bir çaresizlikle iliklenir insan bilinmez. Ama dostlar işte böyle günler için varlar en çok. İçinden çıkmaya çalıştığımız,o en sevdiğimiz, gömleğin düğmeleriyle bizi yeniden yeniden yaren etmek için.. Kalmanın en güzel yanının bir gün gidebilmek olduğunu anımsatmak için..


Fark ettim de tam da böyle zamanlarda çıkıyor, insanın içine sığdıramadığı gerçek benliği. Bu gün gözyaşlarıyla kardığı kumdan, kaleler yapmaya çalışan dostuma söylediğim teselli cümleleri ile uyandım derin uykumdan.. Oysa ne çok kalıpla örülmüş insan zihni, ne çok içimize işlemişler ve ne çok -en çok- kendimizi kendimize uzak etmişler..

Bir şey oluyor ve geçici süreyle gözlerimize inen perde açılıyor. Hamile kalıp  hormonlarımız yükseliyor, sevdiğimiz biri sonsuzluğa gönderiliyor, hesapsızca içliyor, ağlanıyor... İşte tam orda bir perde açılıyor, bizim duvar zannettiğimiz bir perde. Bir an arkasının günlük güneşlik olduğunu görüveriyoruz. Çoktan kısırlaştırılmış benliğimiz ve kötürümleştirilmiş dermanımızla yollara bakıyoruz. Bir an güneş doğuyor gözlerimizin bebeğine. Uzun bir uykunun esnemesiyle yeni bir ömre uyanıyoruz..

Paniğe kapılmayın, damarlarımızda hissettiğimiz an "gerçekte olmak istediğimiz insan"ı hızla geri koşmaya başlıyoruz. Uykular ne de güzelmiş'ler, duvarı iyi ki örmüşler, yoksa biz nereye yaslardık üşümüş, kirlenmiş, çok ürkmüş ve köhnemiş ruhlarımızı?

Ne kuyular, ne dostlar..
İnsan görmek istemeyince yalnız, duvarlar var..

Eylül 17, 2012

oyunbaza veda

Ben seni beklemedimdi..
Çocuk gözleriyle bakan biraz hin, biraz masum; çokça oyunbaz bir eylüldü beklediğim..Yüzüme vuran rüzgardı, çığlık çığlığa gaza basıp geçtiğim kırmızı ışıklardı..
Aynaya bakar gibi bakmayı, bir sudan bir suya akar gibi gönle akmayı; dolunay gelince evimizin penceresine, istemediğimiz ne varsa yorgun bir kağıda bir bir yazıp yakmayı; külleriyle bir rüzgara takılıp kaçmayı bekledimdi..
Kapatıp "mış gibi" yaşanan bir ömrün kapısını hayallerin dört nala göğüne pupa yelken kanat açmayı istedimdi..

Yine hazan, yine hüzün.. Elbet ardından gelecek eflatun bir yaz var'dı..
Bir masalın önsözü mü sonsözü mü bilemediğim bir sağanakta; evlerinin önü mersin türküsünün hemen karşı sokağında ben hiçbir şeye değil yalnız sana geldimdi..
"Ve sonra yağmur yağdı.. "

Eylül 09, 2012

son kişot

Suyun üstüne zıplayan balığın sırına ermek istiyorum..
Uzun zamandır..
Alışkanlıkları süzgeçlerinin tersiyle geride bırakıp, kendi ağırlığını sırtlanıp dışardaki hayatı soluyan o balığı nefes alamayacağı bir boşluğa zıplatan o güce ulaşmak istiyorum..
Dönüş tekrar suya olsa da, son nefes havada bırakılsa da..
Uzun zamandır, daha yükseğe sıçramak için nefesimi tutuyorum..

insani ve toplumsal duymazlılık

Pazar pazar gittiğim yoldan geri dönerken yine yolda bir kedi ölüsüyle karşılaşıyorum. Direksiyonu diğer yana çeviriyorum, üstünden geçen olmamak için..
Yaz mevsimi, sokak hayvanlarının hızla asfalta serildiği bir "yas" mevsimi sanki.. Ve öylesi alışılıyor ki bu görüntüye; yolda yatan o ölü, dengesiz bir logar kapağıyla eşdeğer tutuluyor. Direksiyon itinayla diğer yöne çevriliyor. Olay yerini geçtikten hemen sonra dikiz aynasıyla son kontrol yapılıyor, üstünden geçtim mi geçmedim mi?
Bir canlıyı asfalta serdikten sonra gazlayıp uzaklaşan insan kalabalığı için, neden bu kadar önemli "yerdekini" çiğnememek? Hala içimizde vicdan denen insani pencereyi taşıdığımızdan mı yoksa koyun pazarında kendi bacağımızı ipten kurtarmaya çalıştığımızdan mı?  Çiğnemek onaylamak demek bizim düzmantık zihinlerimizde. Evet, ezecek ya da yol ortasında bırakacak kadar cani değiliz. Üstünden geçemeyecek kadar da olayın dışındayız. O direksiyon hamlesinin belki de tek amacı, kendimizi vahşetin dışında tutmak..
Tıpkı her gün çok dozda verilen vahşet haberlerinin bir türlü içine giremediğimiz gibi.. Sarhoş tır şoförünün biçtiği on araçtaki on sekiz can kadar ayrıldığı eşi tarafından çocuklarının gözü önünde kıtır kıtır kesilen Merve de bizden değil. Ne için, hangi yolda can verdiği -bizim için hala- bir muamma olan şehitlerimizin haberlerini bir korku filmi seyreder gibi seyretmemiz bundan.. En fazla gözlerimiz dolarak, bir anda buz kesen ayaklarımızı dizlerimizin altında toplayarak, uyuşan ellerimizi ovalayarak, bu gibi durumlarda dilimizi damağımıza çarptırarak çıkardığımız "faytoncu" ünlemiyle direksiyonu sağa doğru yönlendiriyoruz.  Düğmeye basıp kanalı çeviriyor, televizyonu kapatıyor; yolu değiştiriyoruz.
İçinde değiliz bu vahşetin, öyle sanıyoruz. Habuki haykırırken boğazımızda düğümlenemeyen her sözcük boynumuza asılıyor, giderek ağırlaşıyoruz. Vicdani ve insani körlükten giderek kafamızı kaldıramıyoruz. Dokunmuyor, duymuyor, görmüyoruz olup biteni.. Dış mihrakların işine faytoncu ünlemiyle tempo tutarken kaç pazar, kaç bahar geçiyor, kaç cemre düşüyor. Amerikan kapılarla, bilgisayar destekli alarmlarla sıkıca ördüğümüz duvarların içine giremiyor insanlık, her vahşette biraz daha sınıfta kalıyoruz. Koştura koştura sınıf atlama telaşımız bundan..
O asfaltın üzerinde yatan bizden biri olana kadar açılmayacak gözlerimizle naylon bir saaadet içinde yaşayıp gidiyoruz..
Mutluluk bu diyarları biz onu yalnızca kendimiz için istediğimiz günden beri terketmiş; o yüzden durmadan mutluluklar diliyoruz.. Mutlu pazarlar, yeni evlenen çifte mutluluklar.. Her yeni gün, her değişen durum bir umut; kaybedileni bulmak yolunda..

Olmuyor, mutlu baharlar bir daha gelmiyor..Toprağa düşen cemreyi göremediğimizden bu güne, içimize de cemre düşmüyor artık.

Eylül 07, 2012

gelişine vurmak

Daha izlenecek  gün batımları, düşülecek uzun yollar, fora edilecek  yelkenler var..
Raydan çıkarılacak trenler, yaydan çıkacak oklar, yoldan çıkarılacak doğrular bizi kollar..
Ve yollar..
İçindeki sesi duymamanın garip bir sızısı olur. Gözleri uzaklara yatırıp da gidememelerin hiçbir yerde gerçekten kalamamaları.. Ve kainatın bahşettiğini her şeyden önce kendine göstermeyenlerin önlenemez bir serbest düşüşü..
Oysa hayat oynadığımız oyunlardan pek de farklı değil..  Keyfine varamamamız, skora takılmamızdan.. Gelişine vuramayacak kadar korkuyor olmamızdan..

batmayı sevmek

Elbette biliyorsun..
Kendine yardım etmek istemeyen birine, yardımı dokunmaz hiç kimsenin..
Görmek istemeyenden kör, duymak istemeyenden sağır bulunmaz;
yapışır bir karanlık, sevincine; aydınlığı görmek istemeyenin..
Biliyorsun, biliyorsun hepsini..
İnsan batmak istiyorsa tutamaz onu suyun kaldırma kuvveti..

Ağustos 27, 2012

işte orası

Gözleri en uzaklara dikmenin ve sonsuz beklemenin insanı taş kestiği yerdeyim..

Ağustos 26, 2012

yoldan çıkmak

Trafik tıkanınca durup da beklememeli, şerit değiştirmeli insan.. Akan yöne doğru ilerlemeli..
Gitmeye kararlıysa eğer..
Hatta baktı kapandı bütün yollar, yoldan çıkmalı.. Arabayı bırakıp oracıkta alabildiğine koşmalı..
Çünkü gitmek isteyene kendinden başka hiçbir şey engel değildir..

göğe uzanan

Küçük, titrek ve ürkek
 Bir ardıç kuşu sevdam
Uçtu uçacak...

Ağustos 22, 2012

DERSU UZALA

Akira Kurosawa'nın "DERSU UZALA" sı bekliyordu uzun süredir. Bazı kitaplar gibi bazı filmler de bekler ya zamanını.. Zamanı geldiğinde ok yaydan çıkar ve merhem, ihtiyacı olan yaraya ulaşır. Anlık ağrıları kesmektense aşı niteliğindedir ve devrim yaratır..
İşte öyle bir insan Dersu.. Dünyada kaybedecek bir şeyi kalmayınca kendini ormanlara süren bir şaman.. Yaprakların dökülüşünden, sisin yoğunluğuna, yağmur sonrası ötmeye başlayan kuşlardan kopan ağaç kabuklarına dek ormanın gizli dilini çözen ve ordan biri Dersu..  Keskin gözleri ile görmez sadece, bir parçası olur doğanın..
Rusya'nın harita çizmekte görevli birliğinin yüzbaşısı ile Dersu'nun ormanda kesişen yolları; bizi çıkmaz sokaklarımıza götürür. Sadece o kadarına değil; bakıp görmeyen gözlerimize, suyumuzun ısındığını fark etmeyen tenimize, ruhumuzun zehirlenmesine seyirci kalan benliğimize..
Çünkü kendi yaktığımız ateşte kavrulurken; Dersu'nun, yüzbaşının-onun deyimiyle Kapitan'ın- evinde kendine ait olanı şöminenin ateşinde arayışı canlanıyor gözümde. Ve Dersu'nun unutulmaz sözleri: 
" Ben burda oturmak, tıpkı bir ördek gibi..İnsanlar kutularda nasıl oturmak?"
Hayallerinizin kül olduğu ateşe bakıp da aynı soruyu sorabiliyor musunuz siz, Dersu gibi ölmek pahasına ait olduğunuzu düşündüğünüz yere gidebiliyor musunuz?
Peki, bir ördek gibi, o kutularda nasıl yaşıyorsunuz?

Ağustos 21, 2012

gitmek ya da kalmak; ama arada kalmamak!

İnsan, gidebileceği ilk fırsatta gitmeli..Gitmek hala mümkünken, ardında bıraktığın yanına aldığından daha azken, yollar seni büyük bir iştahla beklerken..
Ama yalnızca bir tozlaşmaya dönmüşse gitmek, parçalara ayrılmış benliğiniz tek bir yere meyil etmişse, gözleri yatırıp da gerilere bir bekleyişi emziriyorsa gecenin gülibrişiminde.. Geriye bakılarak ileri gidilelemeyeceği cebe konulmalı ve tamamlamak için yele verdiğin yarını, kalmalı; kalınabiliyorsa eğer..

Ağustos 18, 2012

anlam

Bazen bahar gelir.Yaşam fışkırır kuruduğu düşünülen daldan.. Göğe bakılırak, dolunay beklenir. Yıldız kaymasa da itinayla dilek dilenir. Bazen insanın dileyeceği ne çok dileği vardır. Şarkılar başka güzel, şiirler daha bir derin ve anlamlı..
Ama en güzeli baharın, içinizde olanıdır..
Bayramın da...

Ağustos 16, 2012

elbet

Yavaş yavaş ve sakin sakin..
Arabanın hızıyla yok olan anlamlar ve kokular kendilerini yeni sulanmış bir fesleğen gibi bırakıverirler..
Arabadayken bir şeyin içinden geçersiniz ama yalnızca arabanın içindesinizdir.
Ama bisikletin her pedalı sizi yaşama daha çok yaklaştırır. Sesler, hisler, kokular, yüzler içinden ağır ağır geçerken; istemediğiniz her şeyi geride bırakırsınız. Yaşamın tüm kiri pası pedallarınız arasında, sizin belirlediğiniz hızda geride kalır..
En sevdiğiniz kitabın sayfaları arasından geçer gibi çeviriverirsiniz sayfalarını an'ın..
Ama elbet vardır bisikletli de olsanız; geride bırakamayıp, nereye gitseniz su gibi yanınızdan, aklınızdan bir an olsun ayıramadığınız..

keşke!?

Mesela..
Kaç gündür yanımda yük ettiğim şemsiyeyi eve bıraktığım gün yağmur yağmasa..
Ben gaza bastığımda kırmızı ışık yanmasa..
Kendimi ararken altından geçtiğim sokak lambası kapanmasa..
Mesela...
Ben aradığımda yorgunluktan sızmamış;
Ben geldiğimde, sen yeni gitmemiş olsan..

Ağustos 15, 2012

sanat mikser'in ardından

"Sanat Mikser / Kunst Mixer, Türkiyeli ve Hollandalı gençler arasında kültürel değiş tokuş anlamına geliyor. Farklı ülkelerden on sekiz genci bir araya getirin, birbirleriyle tanışma olanağı tanıyın ve onlardan hem kendi hem de birbirlerinin kültürlerindeki “tuhaf” özellikleri dile getirmelerini isteyin. Sonuçta ortaya muhteşem bir multidisipliner gösteri çıkacaktır. Üç profesyonelin refakatinde gençlerin üç gün boyunca yaptıkları çalışma sonucunda ortaya çıkan gösteriyi izleyenler, kendilerinden bir şeyler mutlaka bulacaklar."
Buldular..
Sanat, işte böyle bir şey.. Bir sürü parçadan oluşan ama bütünde o parçalardan büyük olan.. Bir ışık uğruna anlattığın ama bakan her gözle farklı bir ışığa, anlama bürünen..
"Aynaya bak" dedi adam.. Duydu kadın.. Bunca kuklacıklar ordusu içinde asla gelmeyecek bir otobüsü beklerken kaybettiği düşlerinin yerini toplumun ondan beklediği davranış modelleri alırken... Zaten var olan bir yüzün üstüne başka bir yüz yamamaya çalışırken.. Aslında beklediğimiz, kendimizden başkası değilken..
Aynaya bakın; müzikle, dansla, oyunla, sanatla.. Ama ille bakın.. Göreceğiniz yüz sizi hiç şaşırtmayacak. Şaşırmadığınıza çok şaşıracaksınız...

Ağustos 04, 2012

defalarca..

düşeş

Sesimin kuşları uçtu, kırarak coşkumun kafesini..
Renkler küskün, sözler yetersiz, özlemek önemsiz..
Ağlamak için bir ağaç dalı, yürümek için boş sokaklar kullanılmalı..
Ve hayallerin sesi kısıldığında yalnız kendine kokan bir fesleğen sulanmalı..
Dayanmalı; neye, neden, ne kadar olduğunu bilmeden..
Pardon bakar mısınız, sizinle hiç düşmüş müydük düşlerimizden?


Temmuz 20, 2012

aramızdaki en kısa mesafe

Bir çırpıda okunulacak ama etkisi bir çırpıda geçmeyecek bir dünyaya aralıyor kapıları Barış Bıçakçı.. 
Çocukluğun o yalın ama tumturaklı ara sokaklarına doğru adımlıyorsunuz, ardı sıra..  Ne zaman bir güldü, ne zaman büyüdü ikilemiyle birlikte süzülüyor sözcükler.
Süssüz yazmanın zorlu sınavını bu kitapla veriyor yazar: birden kendinizi o en eski haykırışta- çocukluğunuzda- buluveriyorsunuz..
Altını çizdiklerim:
"Güneş, Saydam Caddesinin üzerinde kimsenin gülmediği bir şaka gibiydi.."
"Bir tanıdığın selamı gibi geçiyordu sokaktan simitçi.."
"Sanki bu dünyada ne olduysa siz yokken oldu bayım!"
"Bir nehrin uykusu geldi de kıvrılıp uyudu hava kararınca.."
"Anne ben İngiltereye gidiyorum!" diyor evden çıkarken. "İyi yavrum, güle güle git!" diye yanıtlıyor onu annem. Arkasından ekliyor: "Fazla gecikme!.."
"Hiçbir şey göründüğü hatta yaşandığı gibi değil; her şey hatılandığı gibi."

hazin..

Sesine kırlangıçlar konan çocuk,
Ürkütmeyeyim diye kanatlarını
Hiç büyümedi..

Temmuz 19, 2012

terliklerim..

Sabah; bu güne değil de ilkgençliğimin bir sabahına uyanış..Kayahan çalıyor teypte: Alınma Ağlıyorsam.. Teypte, milyon kere sarmış ve aynı kere çatalın arka ucuyla yerine dolanmış bir kasetin zamana meydan okuyuşu çalıyor..
Mutfakta kahvaltı hazırlıyorum.. Annem az sonra elinde pazar çantasıyla, ter içinde geliyor.. Çayın tıkırtısı ve yapılan akıtmanın kokusu, yüzünü yıkıyor sanki; dışarının kirinden pasından.. Anne anne gülümsüyor. Pazar çantasından ille yer elması çıkıyor: "Mina sever"..
Cennetin içindeki evin bahçesinde çay kaşığı şıkırtıları içinde tadından yenmez bir ilkgençlik sabahı..
Elbet biliyorum ki aynı günün gecesinde dışarı çıkma izni alamayan ruhum,ablamın yardımıyla odamızın penceresinden ev terlikleriyle ilk aşkına koşacak.. Kucak dolusu sarılışa, ağız dolusu gülüş eşlik ederken; yağmur da duramayacak sulusepken ıslatacak sırılsıklamları, çırılçıplak korkusuzları..
Evet, korkusuzların yağmuru yağacak her bir kareye zerre zerre..
Ne zaman ki korkmayı öğrendik,
Ne zaman ki giyindik, sevdiğimize giderken; terliklerimiz evde kaldı..
O gün büyüdük...

pupa yelken!!

Ömrümün faresi,
Sana bir haberim var, batmadı gemim..
Derin denizlere doğru pupa yelken..

Temmuz 12, 2012

oyunbaz..

Müzik sustu oyunbaz, hiç dinmeyen ıslığı sustu, en sevdiğim şarkının..
Saklandığı yerde bulunamayan, kaçtığı yerde yakalanamayan bir çocuk oldu gidişin..
Oyunlar eksik, çocukluğum yarım kaldı...

Temmuz 08, 2012

"bir" cümle kaldı desem yeridir..

Sen bir düş'tün..
Tüm geçirgenliğiyle evrenin, tüyden hafif..
yüreğime düştün..

Mayıs 12, 2012

bu sefer

Paraşütü açılmasın gülüşümün
Sevdana sevdana düşeyim...

Nisan 27, 2012

ben sana gelirken..

Ben sana gelirken nelerle geliyorum, bir bilsen..
Çocukluğumun bitmek bilmez geceleriyle..Bir çocuğun düşlerine dek işleyen kıyıda köşelikle..
Kuyuya baktığımda kendimi gördüğüm bir kara delikle..
Hasta bir annenin ilaç kutularıyla oynayan çocuğunun çaresizliği ve kendine yetebilme gücüyle..
Güz yaprakları gibi, içimin taşlığına bir bir dökülen hüzünlerle..
Günlerce, gecelerce gözyaşlarından devşirdiğim sevinçlerin yanında; bir yanı hiç büyümemiş, bir yanı hiç çocuk olmamış buğulu gözlerle..
Yorgun olan ayaklarım mı, ayakta kalmışlığım mı serzenişleriyle..
Birden çok yerinden kırılmış bir gülün, amansız ama dikensiz teslimiyetiyle..
Bir sana derilen çiçeklerin, bir sana s'aklanan, sakınan kokusunun düştenbozma renkleriyle..
Zamanın üstümüze basıp geçen hızının yanında, unutulmuş bir sahil kasabasının z'amansız sakinliğiyle..
Tüm kirine rağmen dünyanın, güzelliğin s'eline ve sevginin her iklimine dokunan sevda ipliğiyle..
Düşlerimden düşürmediğim masmavi hayallerle..
Ben sana gelirken nelerle geliyorum, bir bilsen..
Her mevsim,her renk ve her dizesiyle şiirin; geldiğim sensen..

gün döndü..

Uzat ellerini..
Her şeyden ve herkesten, çılgın kalabalıktan ötede
bir göl gibi bekliyor bizi gün..
Sakin, huzurlu, kıpırtısız..
Çiçeklerin kokusu ceplerimizde, yaprakların hışırtısı ve dalgaların kıyıya vurması eşliğinde yürüyelim..
Güzel bir gün, buralardan gidelim..

Nisan 26, 2012

"portatif bir hayat/katlanılabilir"

Ansızın özleyiverdim işte, mavi kanatlarımı..
Ara sokakta ama geniş caddelere açılan minicik evimi, şiirler kuşanarak yürüdüğümüz caddeleri.. Hayata dizelerle karşı koyduğumuz,her şeyin sevmekle başladığı ve sevmekle düzelebileceğine inandığımız küçük ama dertsiz insanların küçük şehrini..
Ansızın, göğüme bir kanat düşüverdi işte.. Maviye maviye çaldı düşlerim..
Griliğine baktım evrenin, kanatlarımı katlayıp büyük şehrin ruhsuzluğuna doğru ilerledim..

Mart 07, 2012

!

Bazen, yazmanızın tek nedeni başka hiçbir şey yapamamanızdır..
Bir uçurumun kıyısından sesinizin yankısını duyamamak, bir kuyunun başında içinizdekileri haykıramamak, bir bomba olup patlayamamak, bir nar gibi kırılıp paramparça olamamaktır..
Bazen, yazmanızın tek nedeni. başka hiçbir şey yapamamaktır..

Mart 05, 2012

benlik fermuarı

Sen, özenle katlayıp cebime koyduğum mendil..
Çocukluğumun ıhlamur kokusu, camüstü ikindileri, annemin şiirsi sesi.. Bir yaban'ın camın buğusunda kendini görmesi.. İnsanın ile de yarası yarasına benzeyeni sevmesi..
"Şansız mıydık, haksızlık olur şimdi"...
Ama bensiz çek fermuarını,  ayazda kalmış benliğinin..
Ben senin yarı'n değilim!..

Şubat 18, 2012

kanadı olup uçamamak..

Bu gün süslenmek istemeyen sözcükler, bir çiçeğin taç yapraklarıyla bir uçuşuverdi..Ahvalimi anlatmaya bir dost eli bile erişemedi..
Karanlıktayken insan, neden her yer çok aydınlık..

Görsel: Gürbüz Doğan Ekşioğlu

sırayı bozmadan, arayı açmadan..

Çiçek olmayı öğretiyorlar çocuklara; kokmayı değil, ellerini önüne bağlayarak susmayı..
Uzun uzak denizlere kulaç atmayı değil, kocaman yüzgeçlerle yalnız suyun üstünde kalmayı..

Ocak 27, 2012

esir bile değiliz artık!

Esir bile değiliz artık.. Esaret, farkındalık gerektirir..
Uyuyan güzel masallarıyla uyutulmuş,öz masallarıyla bir unutulmuş çocuklardık biz..Önce masallarımız çalındı,Keloğlanın yarım akıllı heybesinden, sonra uykularımız..
Doğadan uzaklaştırılırken, farkında değildik; bizden aldıklarını bin misli karşılığı bize tekrar satacaklarının..
Sokaklarımızdan topları, bahçelerimizden çiçekleri, şehirlerimizden meyveleri kopardılar. Bir uçumluk kanat, bir kanımlık çocuk neşesi vardı avluda, aldılar..
Ağaçlardan elma toplayan, dizi yara bere içinde, yaşamı oynarken anlayan çocuklardık; bir göz açımı mesafede organik pazarlara saçıldık..
Önce sevdiklerimizden ayırdılar bir bir; işti, ekmekti,mektepti derken bir anne eliyle uyanmak en büyük lükslerimizden biri haline getirildi. Evlerimizin en gösterişli yerlerinde duran televizyonlar inceldikçe, kabalaştı insanlık.Sonra dünyayı yaklaştırıyoruz, diyerek interneti alıp getirdiler. Böl, parçala, yönet beyefendileri evlerimizi kaç bin parçaya böldüler.. Hayatı değil, aynı odayı paylaşmak bile uzaklaştı bizden giderek.. Daha iyi tanıdık bir film, bir oyun karakterini evin ahalisinden..
Bizim kenarı yakılmış mektuplarımız vardı, öpücüklerle süslenen.. Daha iyi bir hayat için daha çok fatura birikti boynu bükük posta kutularında.. Doğum günlerimizi en yakın arkadaşlarımızın değil de bankaların hatırlaması bundandı, tüm ömrümüzü bize sunulan standardı koruyabilmek adına çalıştığımız bankalar..
Sistem inanılmazı başardı, göle maya çaldı; tuttu..
Masalsız, hayalsiz, beklentisiz, mücadelesiz, inceliksiz, değer'siz bir neslin dikiş dikemeyen, çivi çakamayan, ampul bile değiştiremeyen çocuklarına kuştüyü yastıklar sunuldu. Hiç hissettirilmeden, ağır ağır kana karışılarak uyutuldu..
Sistemle biz inanılmazı başardık, daha iyi bir hayat için daha çok çalıştık..
Ekmeklerimiz "Ekmeğine dokundurma!" sloganıyla poşetlere girerken mutluyduk. Bizim olan korunuyor sandıydık. Sonradan anladık. Ekmekle bir girdi poşete her şey; önümüzden geçti yaşanmamış bir hayat, dokunamadık.. Fırından yeni çıkmış ekmeğin kokusu gibi uzaklaştı doğal olan her şey, naylon bir sevinç tortusu bırakarak arkasında.
Ekmeğe dokunamadık..
Kendi hayatlarımızın ardından da bakakaldık.. Düşlerimiz, somun somun soğutulurken bir köşede, anlayamadık..
Uyutulduk bayım, çocuklarımızın asla bilemeyeceği masallarla bir unutulduk...

Leyla'nın Evi

Aslına bakarsanız kitapla ilgili birkaç cümle yazarak zihnimdeki düşünce balonunu daraltmak istemiyorum. Ama..
Livaneli'nin tarihi ve politik birikimi yazarlığının ritmiyle buluştuğunda bir hamak ortaya   çıkıyor.. Bir tarafı insan olmaya diğer tarafı ise inceliklere bağlı olan bir hamak manolya kokulu bir bahçede bir o yana bir bu yana giderken; okuyucuya kendini Livanelinin sözcüklerinin  büyülü dünyasına bırakmak kalıyor..
Hüznü, umudu,iç acısını ve insanı -anadilimde- daha iyi anlatan başka bir yazar daha tanımıyorum..

cin treni

Bana hiç kimse polisiye roman okutamaz, diye büyük bir laf edersen; kendini böyle bir trende bulabilirsin işte..
Hakkında yazılan hiçbir yazıyı okumadan; sadece Rıza Kıraç'ın birkaç satırıyla çıktım yola..
 "Zamanın neresinde olduğunun hiçbir önemi yoktu,uyumak istiyordu,derin bir uykuya dalmak,uyandığında küçük bahçesi denize bakan evin kapısından dışarı çıkmak,çıplak ayaklarıyla çimlerin üstünde yürüyerek bahçenin en ucundaki salıncağa oturup,gözleri denize bir yaklaşıp bir uzaklaşsın istiyordu.."
Elimden tutan cümlelerle sözcüklerden bir yolculuğa çıktım..  Herkesin herkesten şüphelendiği bir hayatta, toprağa atılan güvensizlik tohumları tüm evreni saran elle tutulamayan, gözle görülemeyen bir yutucu bir atmosfer oluşturuyor.. 
Ard arda gelen cinayetler yanında, birbirine ulanan soru işaretleri bir tarafta; kitabın en sevdiğim kısmı yaşama karşı verdiği mecaz yükü... Günümüzde cin olmadan adam çarpmaya çalışanlan yeni insan türünü gözler önüne sermesi.. Çünkü bu kalabalıkta, kirlilikte ve yapışkan çaresizlikte, cin olmayana yer yok o trende..
İyi ki dışardayım.. 

Ocak 15, 2012

külahları değişmek

Bulutların ardından beliren güneş..
Damla damla eriyen kar..
Yeni doğmuş çocuk kokusuna sinmiş cennet..
Külahına göğü doldurmuş geliyor umut..
Bu, onun kokusu, onun coşkusu..
Çorak toprakların suyla buluştuğu vuslatta,
külahları değiştik bir kanatta..
O, bana cennetini verdi tüm sevgilerin;
ben ona ömrümü, hiç düşünmeksizin..

Ocak 12, 2012

menzilsiz

Menzile girmeden ateş ediyor hayat..
Her defasında yaralarını sarıp, tekrar ayağa kalkmak giderek daha da zorlaşıyor.. Biliyor, hayat bunu hep yapıyor..
Sararmış fotoğraflarda kırık dökük bir gülümseme kalıyor, dudağımın kenarında; düşlerimden tel tel dökülüyorum..

Ocak 08, 2012

boşluk

Hangi su tasına uzansan boş..Eksik bir cümledir, hecelenen..
Bir geminin hayali, yıllardır gözlerine demirleyen..

olacağına bak/mak..

Kısmetse gelir Yemen'den; kısmet değilse, ne gelir elden..

hayat..

Kaçan bir çoraptı hayat.. Ne kadar örtmeye çalışsan kaçıktan görünen teninin rengi, düşlerinin orta yerinde kocaman bir oyuktu..
Hayat, üstüne oturmaktan yassılaşmış bir tutam ottu. Her seferinde usulca yaptığın hamleler seni tekrar yerine oturttu. Olduğun yerde kalmana neden de işte sadece buydu..

Ocak 04, 2012

sığınaklarım

Kocaman bahçeyi, tüm ihtişamıyla koruyan yüce çınar.. Çocukluğun yanılsamalı algısı mıydı onu gözümde yücelten, yoksa dallarına tırmandığımda her şeyin hızla gözümde küçücük kalması mıydı bilmiyorum.. Kederin en koyusu, sevincin en derini onun dallarında paylaşılırdı. Masa altına saklanırken yaşıtlarım, ben kendimi yakalamak için ona tırmanırdım. Bilirdim, uzaklaşsam da özümden dal dal, hızla çiçek çiçek beni hatırlatandı.. Aşağıda bir hayat akıp giderken, orada hiçbir yerin tam ortasında bir çığlığı susar, bir suskuyu haykırırdım.. Her bedene uysun diye hüznüm, ille onun yağmurlarında yıkanırdım.. İnsanların gözleri mermi doluydu, acırdım. Yaramı dallarında yalardım. Çocukluğum, önce kendine batmış bir gemiydi.. Denizi, karası, kıyısı ben.. O batıklar, yıkıklar arasında yine onun dallarında şölen sofraları kurardım. Çocuktum, üstüme vazife olmayacak kadar ufacıktım.
Ben en çok kendime sığınaktım..