Mayıs 31, 2011

ya bir?

Deniz:Anneeee!
Anne:Efendim oğlum.
Deniz: Bir şeyi anlamadım
Anne: Sor oğlum.
Deniz: Yeni alınmış arabaya sıfır diyorlar, kullanılmışına ikinci el.. Eeee bu durumda "1"e ne oluyor?
Anne:Hı!!!

Mayıs 30, 2011

güzel'di..

Aldım heybeme yaşanılanları..
Dönüp dönüp okuyacağım bakışlarını..

noktasız cümle olur mu?

Öpüşü noktaydı..
An'ı sabitleyen bir fotoğraftı.
Akıp giden zamana bir çelme takmaydı..
O,olmadığında gülüşler eksik, sarışlar cansızdı.. Uzuyordu tüm cümleler manasızca, söz bir türlü son bulmuyordu..

Mayıs 24, 2011

kavanozda bir gün..

Aslında belki de hep kavanozun içinde yaşıyoruz ama bazı günler görünmez bir el kavanozun kapağını kapatır. O dakikadan itibaren dışarda gördüğünüz hiçbir güzellik, o kadar da güzel değildir.
Nefesiniz kesilmek üzeredir.. Gerisi de önemli değildir..

Mayıs 23, 2011

!!!!!

Benim şeridime girerek, üstüme üstüme gelen; sonra da yanımdan geçerken "Görmüyor musun ben geçiyorum" deyip hızla uzaklaşan sürücü(!), tozu dumana katarken bir ünlem bıraktı ardında..
Ne çoktur haklıyken (efendiliğimizden) susuşumuz..
Ahh be anne, yine kulaklarını çınlatıyorum ama..
Öğretmeli insan çocuğuna edebin yanında; edepsizle başa çıkmayı, itinayla..

sağ yanım boş..

Bir çocuk oyunudur "sağ yanım boş"..
Tüm grup çember olduktan sonra lider çemberdeki yerini boşaltır ve liderin yanındaki çocuk "sağ yanım boş" der. Grup sorar:"Kim gelsin, kim gelsin?" Çocuk o boşluğu doldurmasını istediği arkadaşının ismini söyler. Boşalan yerin yanındakinin aynı repliği tekrarı ile oyun devam eder..
Bu sabah bir çığlıkla uyandım.."Her şey yarım kaldı!" diyordu arkadaşım,ölen annesinin ardından yaktığı ağıtta.. Gözyaşları sıraya girmiş, dökülecek bir omuz arıyordu. Beden böyle zamanlarda iflasını bildirir ve yerle yeksan olur. Söylenen sözler ne söyeleyeni, ne söyleneni tatmin eder. Ölen kişinin yaşı ve yakınlığı kıfayetsiz bırakır sözcükleri.. An'a yakıştırılan renk siyahtır, diğer renkler bir suçlu gibi bekleşir az ötede. 
"Her şey yarım kaldı" çığlığıyla uyandım bu sabah.. Tüm sevdiklerim yanı başımdalar ve sağ'lar diye teselli buldum, insani bir bencillikle.. Ama öte yandan ölüm canımı acıttı benim de.. Veda da etse, bırakıp giden anne olunca zamanın bir değeri olmuyor. Çünkü çocukluğunuzu da beraberinde götürüyor. Yorgun bir sesle söylenen ninnileri, dinlenilen peri masallarını, üstünü iyi ört yavrumları, bu gün yağmur yağacak şemsiyeni al kızımları.. her bir şeyi beraberinde götürüyor. Ve siz köksüz bir ağaç, göksüz bir bulut, sözsüz bir şarkı gibi kalakalıyorsunuz yaşam oyununda..Ve yalnız sağ yanınız değil, her yanınız boş kalıyor..
Hiç kimseler dolduramıyor yerini..

Mayıs 22, 2011

kanatsız güvercin..

Yüzünden keder eksik olmayan adam,bir aynanın önünde durmuşsun; gülümsüyorsun.. Ya da gülümsüyorMUŞ GİBİ yapıyorsun.. Onca şık elbise kendilikleri örtmüş, ne makyajlar eksikleri kapatmış, ne şarkılar iç seslerinizi susturmuş..
Ama gözlerin, batmak üzere olan bir gemiden avaz avaz susarak beyaz bayrak sallıyor.. Gözlerin kanatsız bir çift güvercin.. Maviliklere dalıyor ama uçamıyor..

yolda..

Ben varmayı değil, gitmeyi seviyorum dediğimizde aslolan yolda olabilmektir....
Yolda olmak, belli bir hıza sahip olmayı gerektirir.. Yani, bir sürerlilik halidir.. Cama yaslanan başla, sakin bir hayatın içinden hızla akıp gitmek demektir..
Aksi durumda adı "yolda kalmak" olur ki, onu kimse sevmemektedir..

trik trak..

En az iki şeyi aynı anda yapabilme becerisiyle büyütülmüş bir kuşaktık biz.. Dinlenmenin lugatımızdaki karşılığı boş oturmaktı o yüzden..
Durmaksızın çalışarak, koşturarak geçerdi zaman.. Zamanın geçmesi inceden bir sızıya çalardı içimizde.. Yapılacak ne çok şey olurdu ve ne az zaman..Saat gibi kurulmamız ondandı.. "Run Forest run!" filmlerinin ümitvar sahneleri süslerdi hayallerin arabasını..
"Trik trak,trik trak
Olur mu hiç çalışmamak.."nakaratıyla giyindik görevlerin urbasını..
O gün bu gündür, iş edindik kendimize hep çalışmayı.. Hayat denen tezgahtan doğru dürüst odun parçaları çıkarmayı.. Bazen bizi yakacak olsa da ateşi beslememiz bundandı.. Ve bundandı, hiç geçmedi yorgunluğumuz.

Mayıs 21, 2011

aşka düşmek...

Başa çıkmak,üstesinden gelmek anlamında kullanılan bir deyim.. Açıklamasında bile "üst" sözcüğü vurgulanıyor..
Ayağa düşmek; müşterilere ayak seviyesinde satış yapılan işporta tezgahlarından hareketle; statü sembolü bir ürünün, çok yaygınlaşmasıyla bu özelliğini yitirmesi anlamında kullanılıyor.. Dolayısıyla bir ürün yerden ne kadar yüksekteyse, o kadar değerle satılıyor..
Ne garip bir ironi ki, aşk yükselmekle değil, düşmekle anlatılıyor..
O çok sevdiğimiz Melekler Şehri'nden dünyaya "düşen" Seth'in sözlerini anımsayalım:
"Ann: Ne oldu sana böyle?
 Seth: Düştüm, aşka düştüm.."
Sonuçta, doktora gitmenin bile "çıkmak" eylemiyle anlatıldığı dilimde,aşk bir düşüş eylemi olarak kalıyor..
Özdemir Asaf'ın sesi, düşene dost oluyor:
"türkiye’de istanbul ne ise
istanbul’da gece ne ise
gecede yürümek ne ise,
yürürken düşünmek ne ise,
seni unutamamacasına düşünmek ne ise,
unutmamanın anlamı ne ise,
seni sevmek ne ise,
saklayayım, yok söyleyeyim derken
birden aşka düşmek ne ise.
herneyse..."

ve keder..

Bir kere daha anladım, yollar uzun ama gözyaşları daha uzun ve sonsuz..İnsanı hızla andan uzaklaştırıyor ve sanki sonu gelmeyecek bir yolculuğa çıkarıyor..
Aşkın aydınlığı gözlerden silinince, yaşamın ışıkları kapanıyor. Sandalyeleri, üzerine ters çevrilmiş bir masanın hüznüyle kalakalıyorsunuz.
O, defterinizin arasında kalan çiçek kurusu bile sizden daha çok sevinç yayıyor koklayan yeryüzüne.. İliği kemiğinden çekilmiş,sıskacık bir bastona dönüveriyorsunuz. Artık işi, ayakta tutmaktan öteye gidemeyen..
İçinizin dalgaları vuracak bir kıyı bile bulamıyor.. Ruhunuz "kör kuyularda merdivensiz" kalmanın ezgisinde bir nakarata takılıyor. Asıl şarkı, zamana esir kaybolup gitmiş, geriye anlamsız bir tekrar, kullanılıp kenara atılmış bir çizik plak..
Anlıyorsunuz..
Keder, nem gibi bir şey.. Bütün duvarları sinsice kaplıyor. Siz onu anca duvarlar kabarmaya başlayınca görüyorsunuz. Mayalanıyor insanın içinde ve aslının çok ötesine gidiyor.. Üzümün şaraba, sütün yoğurda dönmesi gibi değil, içinizde susuz kalmış bir ayçiçeği tarlası; günebakarken kuruveriyorsunuz..
Fotoğraf: Rengim Mütevellioğlu

Mayıs 16, 2011

geç'ti

İmlası bozulmuş bir cümle içimde,
Beni sev, beni sar bu gece..

Mayıs 02, 2011

anlat anne..

Bana "belki"yi anlat anne..
Kalıplardan uzağa bakmayı, hayallerinden ırağa düşmeden akmayı..
Duvarlarla yaşamayı değil anne;onları yıkıp, yeni yerler yapmayı..
Düşlerimi değil, hayatı zapt u rapt altına almayı..
Ben biliyorum alı, moru.. Bana karmaşığı anlat anne, her şey karıştığında çıkan renkle yaşamayı.. Hayatın karasına, biraz deniz mavisi katmayı..
Bana sınırları anlatma anne.. En büyük sınırdır avcumun içindeki gözyaşı..Bana gözyaşları bir gün büyük denizlere nasıl karışır ve karışmazsa bu yürek buna nasıl alışır; onu anlat..

kırkayak:)

Kırk ayağım olsa,
kırkıyla da sana gelirdim..