Şubat 17, 2011

kendinden büyük gölgesi

"Bir insan ayrılır sizden ve dünya çöle döner.." diyordu ya şair..
Giden insan, keşke sadece kendi gitse.. Yaşananların tadını, sıcağını, kokusunu, dokusunu da beraberinde götürmese.. Bir parçanızı da gidişiyle birlik sürüklemese..
Keşke..
Gitmeler daha dayanılır gibi olurdu o zaman.. Bir fotoğraf albümüne bakar gibi çevirirdik geçmişin sayfalarını.. Dudağımızın kenarında sadece buruk bir gülümseme.. Kendinden büyük bir biçimde, gölgesi düşmezdi içimize..

Şubat 12, 2011

"hoş" geldin!

Upuzun yalnız bir yolculuktu yokluğun.. Üstelik çok uykum vardı, başım düşecek bir düş arıyordu, boşluğun bir koltuk yanımda duruyordu..
Yokluğunda ne çok yağmur yağdı.. Karıştırmadım bir damlayla diğer damlayı.. Tuttum, sana sakladım.. Cebimde yaşanmamışlığın binbir deseni, renk renk çiçekler topladım sana; kurutmadım..
Şimdi varlığın, şahlanmış bir at gibi duruyor yamacımda.. Toprak kokusu, mor perdenin kuytusu ve karnı doymuş bebek uykusu...
Hoş geldin!..

Şubat 11, 2011

gördüğündür gün!

Bazı günler insan kara koyunun kara tüyünün içindeki tek beyaz tüyü bile bulur, gülümsemek için.. Duvarlar sıcak, odalar geniş, bulutlar puftan, şarkılar bile hep umuttan söz açar..
Yerdeki su birikintisine bakılır ve sadece gökyüzü görülür orada..
Bu gün öyle bir gün değil..Duvarlar soğuk, bulutlar kasvetli, şarkılar hüzün ve odalar dar..
Bastığım yerde de kocaman bir su birikintisi var!..

Fotoğraf: Emre Ekinci

Şubat 10, 2011

ilik ve düğme

Hadi uzaklara gidelim ,demiştin gözlerini gözlerime mühürleyerek..
Bir pazar sabahı İstanbul'u geçiyordu yanı başımızdan.. Biz, en parlak gülüşlerimizi giyinmiş, bir parkada iki kolduk.. İki kol(uy)duk, denize dökülmeyi düşleyen bir ırmağın.. Yürüyorduk; bir çocuk sevincinden de çoğulduk..
Sen ve ben..Bir de İstanbul, yalnızlığını gizliyordu neş'emizden çekinerek..
Martılar, çığlık çığlık bir beste; sevgin, en derinime iliklenmiş bir düğme..

hüzün..

Ve film biter..
Sahneden akıp giderken yazılar herkes oturduğu yerde öylece kalakalır..Müzik doldurur salonu..Alıp götüren tınılarla rüzgara yaslanan hüzün dolu bir yelkenli olursunuz..

Şubat 09, 2011

son durak!

Ben o sinemada çok film izledim..Bazen kahkahalara boğularak, bazen gözyaşlarına teslim olarak.. Görüntü akıp giderken beyaz perdede, yaşam tam da durduğunu sandığımız yerde.. O sahnede izlediğim en iyi film, "biz"im filmimizdi..
Sen, benim filmimin baş kahramanısın. Sen, çocukluğumun soğuk gecelerinde, titreyen  kendi ellerimi tutarak "Dayan!" deyişimin ana kaynağısın. Yaşanan onca karanlığa, acıya rağmen boyun eğmeyip, diz çökmeyip, kabul etmeyip; hep başka bir hayat olduğunu sorgulamamın son durağısın.. Her şey sana varmak içindi..
Şimdi ellerimde kırılacak çok özel bir eşya gibi taşıdığım sevdan, nolur bitme.. Işığı gören fotoğraflar gibi solup gitme..
Sen benim  kahramanımsın.. Sen benim şiirlerle beklediğim, gül kokularıyla süslediğim biricik masalımsın..

Şubat 05, 2011

"ezilmişler" üzerine

Ezik..
Eskiden de kullanılırdı bu sözcük..Ama sadece pazardan alınan çilek için, vişne için.. Onları da ucundan/bucağından katmak için hayata reçel yapardık.. Gösterdiğimiz özene ve emeğe saygıyla soframızın baş köşesine koyardık..
Ama şimdi, bizden olmayanın ötekilerilmesinin dört harfli parolası.. Yaşamımızın tüm rengini, ahengini alarak camdan bir kürenin içine sıkıştıran (sözümona) renkli medyanın bir o kadar renkli dizilerinde, reklam filmlerinde başkalarının eksikleri bu dört harfle göndere çekiliyor.. Biz'den değilsin, aşağılık birisin, öteki'sin; deniliyor. Kazayı, belayı, noksanı kendilerinden uzaklaştırarak çoğalan siyah beyaz bir nesle kapılarını açıyor..  Senden ne komposto olur, ne de reçel diyor..
Televizyonun kumandası elllerinde, kendi ömürlerini kumanda etmekten aciz, hiç ezilmemiş, ezilecek kadar hiçbir şeyi istememiş, başkalarının hayatına dalıyor, kendininkinden dört nala uzaklaşarak..
Bilmiyor ki, tane tane ezilmeseydi üzüm, şarap nasıl olacak?

Şubat 02, 2011

eski/den..

"Damarımda kanımsın sen" diyordu eskiden birbirlerine sevgililer. "Git, yolun gülle dolsun; güller dikensiz" vedalarıyla uğurlanırken sevilen, terkedilme ızdırabına rağmen yollarına serilen güllerin bile dikeni temizlenirdi, eski/den..
Yıldızlarla yıkanmış gecelerde mehtap seyredilir, sandallar meşkle doldurulur, zevke dalınırdı.. "Tavrına hayran" olunan sevgili, benzemezdi hiç kimselere..
Birinin gözü birine değerdi, yüreği yüreğine.. Sırılsıklam çıkılırdı aşklardan; hepimizin birimiz, birimizin hepimiz için olduğu dönemlerde..
Şu dağı da aştığımızda ulaşacağımıza inanırdık, hayal edilene..
Tren istasyonlarına belki de hiç gelmeyecek olanı karşılamaya giderdik, gece gündüz demeden..
Beklerdik, yüce bir sevdaydı beklenen..
Eski/den..

bu gece..

Çok sevdiği bez bebeğini gittiği her yere götüren bir kız çocuğu olasım var bu gece, bir elimle sıkıca kavrayarak ellerini..
Annesinin sözünü dinlememekte ısrar edip yaralarının üstündeki kabuğu kanırtan, akan kanı durdurmak için de yine annesine sığınan bir çocuk olasım var..
Bir sonbahar ikindisinde sıcacık sobanın üstündeki çayın cızırtısı eşliğinde; burnumu  cama yaslayıp dışarda yağan yağmuru seyredesim var. Buğulanan cama kanatlar yapasım, hohlayasım, tekrar tekrar kanatlanasım..
Kalabalıkta annesinin yiten elini tekrar bulan çocuk sıcaklığında  ellerini kavrayasım..

Şubat 01, 2011

(h)iç çekiş..

Anladım..
Yürümek değil, yol aldıran..
Yürümeyi düşlemek..