Ekim 08, 2013

Cennetimdi


Kırılmış bir termometreden yayılan civa gibi dağılmıştı ya yaşam.. Ruhumun düğmeleri açılmıştı da içimin çocuğu kuranderde kalmıştı..
Kabuğunu sürükleyen salyangoz gibi günü zor taşırken omuzlarımda, ardımda bir salyangoz izi bile bırakamayışıma şaşakalmıştım.

Aslında biliyor musun; kendine tahammül etmektir, yaşamın en büyük becerisi.. Çünkü kendinin kapıları vurulup çıkılamaz, telefonları yanıtsız bırakılamaz, hiçbir ulaşım aracıyla kendinden uzaklaşılamaz. Kendine boşanma, redd-i miras davası açılamaz. Yaşadığın sürece en çok maruz kaldığın biricik'tir kendin.. "Bir" olmak ve "bir" kalmak zorundadır.
 
İşte ben kerelerce yoklayışlarımda anlamıştım ki; kendime  tahammülüm kalmamıştı. Kendim, kendime en büyük ağırlıktı. İçimin tüm b'eklentileri oturma eylemindeyken; sanki attığım bütün zarlar kırılmıştı.
 
Sonra kapı(sı) açıldı.. Sanki kolları hep açıktı da "o" eşikte hep beni bekliyordu.. Yaslandım kocaman gövdesine; kokladım.. Varlığında yaşam bulan bir sarmaşıktım..
 
Sonra gece, hiç gelmediği kadar ışıl ışık geldi bu ülkeye.. Kıyısız bir huzur denizinde varoluşun esrik gülümsemesi dudak kenarlarımda uyuyakaldım.
 
Rüyaların en güzeliydi; cennetimdi...

Ekim 07, 2013

Cennetti o (I)


Huzurun ana iklimi, renklerin bileşimi ve doğanın cömertlik birikimi..
Orda huzur, orda neşe, güvenin bilinen tüm cümlesi hece hece..
Dondurucu soğukta yanar bir soba, soba o. Sığınılan saçakaltı, yaslanılan bahçe duvarı, kana kana içilen suyun kaynağı o..
 
Ne zaman ki kovuldu insan onun irem bağından; soğuk, açlık, darlık ve siyah beyazlıkla tanıştı. Baktı ki başını koyduğu her yer taş, yüzünü döndüğü her yan canhıraş..
Cennetti adı, ana rahminden ayrılıştan sonra yenilen ikinci vurgundu. Yeri doldurulamayan, alışılamayan, doyulamayandı o..
 
Cennetti..
 
Onu kazanmak için ruh, acıyla az mı terbiye edilmişti.. Karanlıklardan az mı aydınlıklar devşirilerek umut durmaksızın emzirilmişti.. Bir gece yarısı evren bile terk etmişken kendini, göğe uzanan ellerle az mı dua edilmişti!.. Düşüşlerin ardından bir türlü gelmeyen sabahlar, olanaksızlıklarla her tekrar kalkışta yenilen balyozlarla yere yığılırken "Tünelin sonunda ışık yok, galiba Tanrı beni unuttu" isyanının bayrağı az mı göndere çekilmişti..
 
Ama sonra "o" geldi.
En karanlığında gecenin, en şaşkınlığında beklenmeyenin.. Acıyla terbiye edilmiş, gelecek güzel günlere olan inancı çoktan  kaybetmiş ruhlara  bir damla soğuk su serpmekti niyeti. Onun için bahşedilmişti.
 
O geldi; damla değil, ummandı varlığı.. Tanrı, ilk defa kendini onun varlığında kanıtladı.. Evet, inanmıştı, Tanrı vardı..
 
Ve onca acıdan, yarım kalmışlıktan sonra onu cennetine almıştı..

Ekim 03, 2013

demir kapının ardından


Kan ter içinde uyanışım; gecenin tam üçünde..
Masalından kovulmuş bir kahraman gibi yıkık, parçaları eksik bir yapboz gibi yitik..
Yapış yapış bir mutsuzluk içinde;
Hani "Mutsuzluk uzun sürmez"di.. Öyle yazıyordu kitaplar.
Kitapların yazmadığı: mutsuzluk, insanın teninin rengini, terinin kokusunu değiştirirmiş.  İlelebet bir his bozukluğuna dönen astigmatmış.
Mutlu olmak için nasıl ki varlığın yeterse; şairin beklediği yerde; "yokluğun cehennemin öbür adı"ymış..
 
Yüzün yüzüme dönük, bana bakıyorsun. Aramızda parmaklıklar var. Ellerin boş, ellerimin arasında yüzün; ne çok kilo vermişsin. İyi değilim, diyorsun.. İyi değilim.. Suskun çocuklar geçiyor gözlerinden.. Demir kapı kapandı kapanacak; seni burda çok tutmazlar derken görüş bitiyor.. Gözlerim gözyaşları ülkesi, yüreğim delik deşik..
 
Kan ter içinde uyanışım; gecenin tam üçünde..
 
Göğümün rengi, neşesi, sesi, nefesi..
Olmadığın yer yedi kat yerin dibi, düşlerin en izbe hapishanesi...