Mart 20, 2013

sinek ısırıklarının müellifi

Barış Bıçakçı'nın son romanı Sinek Isırıklarının Müellifi, öncelikle ismiyle dikkat çekiyor..
 
Yazar olma hayalleriyle, kurulu düzenini bozan Cemil'in yayınevine bıraktığı kitap dosyası yüzlerce benzerinin arasında beklerken, aslında tozlananın ömürler olduğunu anlatıyor yazar, bir şey anlatma amacı gütmeyerek hem de.. Sanki oradan geçiyormuşsunuz da perdeyi aralamışsınızca bir yaşamın orta yerinde buluyorsunuz kendinizi. O toplu konutun izbe yalnızlığının paydaşlarından biri oluyorsunuz. Yokuştan ağır ağır tırmanan 542 nolu otobüsü camdan seyrediyorsunuz. Akıtan banyonun altındaki nemlenmeyi anlamak için gazeteler seriyorsunuz zemine.. Birden siz de o zeminde oluyorsunuz..
 
Ruhsal söküklerin teğellenerek onarılamayacağı, sağlam dikişlere ihtiyaç olduğu bir coğrafyanın insanları, kendilerinden kaçışlarında ille de bir şeyler söylemek istiyorlar.
 
Bıçakçı, edebiyatın bir aforizmanın ötesinde bir şey olduğunu anlatıyor ısrarla. Aforizma, kanayan yaraya pamuktur çünkü.  Onarmaz, iyileştirmez, kanı durdurur yalnız.. Halbuki edebiyat, kökünden çözmeli, gerekirse acıtmalı.. Ama Cemil, sinek ısırığı gibi bir acı bırakıyor yalnız, yazdıklarıyla.. İşte o yüzden sinek ısırıklarının müellifi sayıyor kendini..
 
Barış Bıçakçı'nın genel tarzını sergileyen bu son kitap da diğerleri gibi bitiyor; yani bitmiyor.. Onca okunan sayfaya ve yaklaşılan hayata rağmen eşikte kalıveriyorsunuz.. Kesit romanı yazıyor çünkü o, onunla akan sular bir yere varmıyor; ama akış o kadar büyülü ki kendinizi kaptırıyorsunuz..
 
İlle de dramatik, trajik, vurucu bir son bekleyendenseniz bu kitabı okumayın.. Adı üstünde,o sonla vurmuyor okuyucuyu.. Sinek ısırığı gibi bir şey oluyor, azıcık acıtıyor, geçiyor..
 
Ama kaşıntısı hep oracıkta kalıyor...
 
Kitaptan
 
"Kitaplar, bir bakıma başarılmış, tamamlanmış şeylerdir. Oysa hayat başarılmayan ve tamamlanmayan şeylerle doludur. Siz dalgaların arasında boğuşurken edebiyatçılar kıyıda güneşlenip matelerini yudumlarlar...
 
İtanbu'da gün boyu dolaşırken dünyanın haline üzüldüm. Ankara'da insan sadece Ankara'nın haline üzülüyor...
 
Halbuki sızıntı hep vardır; ip gibi, yaşadıklarımızdan, okuduğumuz kitaplardan, seyrettiğimiz filmlerden zihnimize akan bir şeyler hep vardır...

 
Kör biri görmeye başlayınca ne oluyor biliyor musun? Her gördüğüne inanır...


Hayat dediğimiz sadece kimyadan ibaret.. Periyodik tabloyu ezberlesek yeter.. Evrendeki en bol iki elementin, hidrojen ile helyumun, aynı zamanda en hafif iki element olması her şeyi açıklıyor zaten. Böyle hafif bir evrende anlam ne arasın? Anlam ağırdır, dibe çöker.Falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakar.."
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder