Şubat 13, 2013

geçip giderken ağustoslar...


Karınca gibi yaşıyoruz..Hep birkaç adım sonrasını düşünerek.. Yazın keyfini çıkartmak dururken, kış için yiyecek depolamayı seçerek.. Yazın, kışın, her yaşın, her çağın bir güzelliği olduğunu unutup gelecek bankasının hesabını doldurmaya çalışıyoruz..
 
Ne çok aç ve açıkta kalmışız ki biz, genlerimize işlemiş yok'luk.. Karşılaşmamak için kendisiyle elimizde avucumuzda ne varsa vermeye razıyız.. Yetmiyor, masalını yazıyoruz, dilden dile aktarıyoruz.. Çok çalış, hep çalış.. Parmak itinayla sallanarak: Yoksa ağustos böceği gibi olursunnnnn!!
 
Garibim ağustos böceği, hayatının çok büyük bir bölümünü toprak altında erginleşmeyi bekleyerek geçiriyor. Bir yaz ansızın gün ışığına kavuşuyor, saz çalmayıp da n'apsın?.. Mis gibi bir ağustos sabahı çiftleşerek, yaşamını tüm dokunulmamışlığıyla rüzgara verecek, kışı düşünmesine ne gerek? Adı üstünde Ağustos Böceği.. Eylülü göremeyecek olanın olur mu hiç ekimi?
 
Ama kanımıza işlemiş karıncalık! Çocukken bize söylenen aferin'leri silah olarak kullanmışlar belli ki.. Gerekliliklerin tetiğini çekmek için, aferin mermisi yerleştirmişler şarjöre.. Sonrası sen sağ, ben selamet.. Öyle bir ip gibi sraya geçmişiz ki, ne yapsak hizadan çıkamıyoruz, risk alamıyoruz, güven'siz yapamıyoruz..
 
Halbuki otoyolda şemsiye satan da insan, bir yolunu buluyor yaşamanın.. Garantisi olmasa da bir sonraki günün, güneş açıyor su satıyor. Her telden oynuyor, duruma göre şerbet sunuyor..
 
Aman, sonra naparım diyorum ben de; ya işler yolunda gitmezse, ya batarsam, ya çıkamazsam, bir kış daha bekleyeyim yıllardır düşlediğime bir adım atmak için..
 
Halbuki, Ağustos Böceği de bilmiyordu, isminin nerden geldiğini.. Gün ışığını yalnızca içinde bulunduğu ayda görebileceğini..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder