Ocak 08, 2010

otobüsten


...Dışarıya bakıyorum.otobüsün ışığından dışarıdaki karanlığı seçmem zor olsa da, ışıklı caddelerden geçerken insanları seyrediyorum.. yığınlar halinde bir yerden bir yere koşturan -ama sürekli koşturan- insancıkları.. Çoğunun suratı asık, maske üstüne maske takınmış yüzler; kış için hazırlık yapan karıncalar gibi kapkara bir lekeye dönüşüp sürü halinde koşturuyorlar;içlerindekini görmeden..(...)
Gözüm muavine takıldı. Kırlaşmaya başlamış saçları darmadağınıktı. Tek dağınıklık bu olsa iyi, adam büyük bir faciadan son anda kaçıp kurtularak, hareket etmeye hazırlanan bu otobüse yardım dileyerek atlamış gibiydi. Bir gözü kendine ve çevresine yabancıyken, diğeri ev sahibesi edasıyla süzüyordu çevresini. “Su ister misiniz?” diye sorduğunda bile bir gözü sesle irkildi, bu tonun kendine ait olup olmadığını düşündü. Yaşamda kendine yer edinmeye çalışan diğer göz sahiplendi sesi. Yatıştırdı bütün bedenin paniğini. Kimi insanlar yabancıdır ya kendine. Kendi ömrüne tutsak yaşanır birçok ömür. Yanımızdaki, yakınımızdakinin isteklerine göre şekillenen görüşlerimiz yönetir bizi. Hangi rengi sevdiğimizden, kimi dinlemekten keyif aldığımıza, yumurtayı nasıl tercih ettiğimize, nerede yaşayıp, nereye gömülmek istediğimize kadar açılır yabancılaşma perdesi.
Bazen anne babamız, bazen çocuğumuz, öğretmenimiz, eşimiz, dostumuz, komşumuz alır ellerine ömür atının iplerini. Elimize bir türlü geçmeyen kendi iplerimiz kukla eder bizi kendi sahnemizde. Bu yüzdendir ki, kazara ipler elimize geçse; ne yapacağımızı bilemez, ya çok sıkar, ya da çok serbest bırakırız.
Dengeyi sağlayabilecek kadar ev sahipliği yapmamışızdır kendimize....(...)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder