Ağustos 18, 2018

zeynepten sonra

Sen gittikten sonra yağmurda ıslandım, sırılsıklam olana dek..
Bilmemkaç hızda giderken bilmemne otobanında sağa çektim, çiçekleri kokladım..
Gün batımlarını kaçırmadım, hele de denize doğru batanları..
Köşede zamanını bekleyen kitaplarımı okumaya başladım..
Daha sıkı sarıldım kendime..
Biriktirdiklerime şöyle durdum da baktım..
Gidişin "yavaşla" dedi bana, gidişin "yarın değil şimdi" dedi..
Gözlerini gözlerime dikişinle açıldı  içimin kapıları..

Senden sonra "erteleme"menin adı zeynep oldu...



Temmuz 10, 2016

nefes...

Tanıyorum seni;
 
Gece uykumu bölen sen; beni sabah güneşiyle hemhal eden sen..
 
Uzaklara uzaklara daldığım, yalnız ve yalnız yeryüzünü de sen sandığım...
 
Durmaksızın omuzlarımda taşıdığım günü alıp da beni tüyden hafif kılan yine sen.. Gece ayla, gündüz her geçen uçakla el salladığım sen..
 
Ne kadar uzaklaşsam da, çocukluk gibi hep orada duran sen...
 
Bir melek fısıldamıştı kulağıma; çocukluğunu boşuna arama.. Gözlük gibidir çocukluk, başının üstünde unuttuğunun farkında bile olmadığın..
 
İşte sen orda, başımdan üç karış havada; kalp çarpıntılarını duyduğun yerden dönülen solda gülen gözlerden az yukarda.. Sarı saçların tutkulu rüzgarlarla dans ettiği yerin hemen yamacında..
 
Oysa ne çok beklemiştim ben seni, ne çok aramış ve eksikliğini ne çok hissetmiştim..   Kimi zaman umutsuzluğa kapılmıştım, kimi zaman dipsiz kuyulara dalmıştım..
 
Sen huyum, huysuzluğum; sen hoş geldin demek isteyip de hep orada olduğunu duyduğum..
 
Başımın üzerinde unuttuğum gözlük gibi; çocukluk gibi...
 
Tanıyorum seni, Mavi'sin sen..
 
Her halinden tanıdığım ben gibi..

Temmuz 02, 2016

jam izi


Çocukken, evdeki saltanatını bölen ben'i çok kıskanan ablam; varlığımı sabote etmek için çok uğraş vermiş. Bu uğraşlardan biri de hala yanağımda taşıdığım tırnak izi..
Babanneme ne zaman sorsam: "Babannee, bu iz ne zaman geçecek?" diye hafif gülümseyerek "Tırnak izi geçmez kızım, o seninle büyüyecek.." derdi..
 
O tırnak izi; yüzümde benimle birlik yaşadı, nefes aldı ve büyüdü..
 
Bu gün bu satırları o ize eklenen başka bir "iz"le yazıyorum: Jam İzi..
 
Evrenin kalp atışlarını duyduğum, ne yana dönsem kendimi bulduğum, tam 28 canla bütün olduğum Jam'in üzerinden bu gün tam bir hafta geçti.
Hayatın ummanına karıştığım, nefes aldığım, nefes verdiğim; nefes olduğum; yandığım, söndüğüm, coştuğum, durulduğum, akışta olmanın büyüsünde sarhoşluğum, doğanın ve insan olmanın şifreleriyle yolda olduğum, yol olduğum jam, şimdi en derinimde bir iz..
 
Jam İzi..
 
Bu yürek attıkça ruhumda benimle birlik nefes alacak, nefes olacak; büyüyüp dallanıp budaklanacak.. 

Jam İzi,
 
Çocukluğumdan bu güne "içimdeki bu düşle" kendimi bir uzaylı gibi hissettirip umudumu emen kalabalıkların tersine, kulağıma  her daim başka bir hayatın mümkün olduğunu fısıldayacak..
 
Ve her neredeysem en güzel Yer'in orası olduğunu, en güzel zamanın "şu an" olduğunu hatırlatacak.
 
Sevgiyle, büyüyle; ilhamla ve şükranla...

Haziran 17, 2016

yollardan..


An itibariyle şehirden çıkabildiğime inanamıyorum.
Yaklaşık üç buçuk saattir şehrin kara,kıllı ve çürümüş  pençelerinden kurtulmaya çalışıyorum. Saatler, planlar, ayrılmadan önce yapılmalılar, kapanan yollar, ben yokken yapılacaklar... Zorundalıklar ve gereklilik kipleri uzayıp gidiyor..

Biliyorum ki, aslında o pençeler sehre değil, etime gecirilen düzene ait.. Sanki bir baskası mümkün değilmiş gibi dayatilarak servis yapılan biricik yaşam ünitelerimize ait..

Nihayet otobüse biniyorum. Ve şehir, ve pençe, ve imkansız denilen her şey geride giderek küçülüyor, gerçek suretine bürünüyor..

Önümde upuzun bir yol yeni ütülenmiş beyaz çarşaflar gibi.. Ve Can Esra'nın, Asil'in,Burak'ın sesi kulağıma " başka bir hayat mümkünnn" diye fısıldıyor.. Sesin geldiği ufka doğru çırpıyorum kanatlarımı ..

düş işleri yolculuğu

Ben bir süre ara veriyorum; sahte dünyalarınıza sahte uyum çabalarına.. "Haydi koş; koşmalısın, koşmazsan düşersin" yakarışlarınıza.. Uygun adım yürümek ve yürütmek üzere programlanmışlığınıza..
Zihinsel alet kutumu doldurup belki yalnızca birlikte göğe bakmaya, bir tohumu mucize yapmaya; hayatın durmaksızın tırmanılacak bir dağ değil bir yol olduğunu hatırlamaya ve yolda olmaya..
Denize yaklaştıkça genişleyen bir ırmak gibi çağlayarak, yatağına sığmayarak yola çıkıyorum.
Yaşamın gürültüsünü kısıp yalnız kuşların, yalnız  doğanın, yalnız kendi sesimle birlik dost sesleri duymaların iklimine, düdüklülerin değil kısık ateşle haşır neşir bereketli tencerelerin diyarına yelken açıyorum.
Sistemin gömleğinden fırlamış kopuk bir düğme gibi neşeli, çocuksu, haylaz ve oyunbaz yollara düşüyorum.
Her yol bir soruyla başlar, her yol bir yanıtı getirir biliyorum. Güzelliklere niyet ediyorum..

Haziran 08, 2016

matematik yanılıyor olamaz

Payda büyüdükçe, pay küçülür diyor matematik..
Ne kadar çok şeye bölünürsen, sana düşen payı o kadar azalır hayatın..
 
Bir çocuk gülümsemesi, dalların hışırtısı, kuşların sabah şarkısı, bir yerden başka bir yere kendinden büyük kırıntıyı taşımaya çalışan karıncanın  uğraşı, yağmurla ıslanmış toprağın kokusu, burnunun camdaki buğusu.. senin gün kadrajına giremiyorsa;
delicesine kendinden ve hayallerinden kaçmak için hızla tüketiyorsan yaşamı..
her yere kendinden, özünden önce varıyorsan..
ve hep geride tamamlanamamışlık ve yarım kalmışlık izini bırakıyorsan
 
salyangoz zamanı gelmiştir zamanın. An'ı yakalamanın ve paydayı azaltmanın..
 
(matematik yanılıyor olamaz, öyle değil mi?)
 
Kalbimi artık salyangozlara, balıkçı motorlarına, yel değirmenlerine ve çocuk neşesine açmanın; ama en çok kendine varmaların zamanı gelmiş demektir..
 
im olsun: yeni bir evresi başlıyor yaşamımın.

dilek ağacı..

Dünya ormanında yürürken ne dilediğine dikkat et;
ne zaman bir dilek ağacının altında oturduğunu bilemezsin..
 
Judith Malika Liberman

Haziran 03, 2016

"yağmur her zaman yağmaz"

Şehirde aksam kosturmacası.. Benim ayaklarim ahenkli bir yürüyüs icinde..

Bazen ne çok karariyor gün.. Önündekini görmez oluyor insan.. İletişim çağinda kendiyle iletişime geçemeyen kalabalıklar içinde bir küçük ucubeye dönüyor. Sokakta oynayan çocukların neşe saçan sesi, kocaman bir binayı tırmanışa geçen sarmaşığın cesareti; onca karmaşaya, akan ırmağa ragmen orada öylece duran yüzyıllık çınarın heybeti; gittikçe uzaklaşan bir tren gibi küçülüyor zihnimizin cam kenarından.. Bağlarımızı giderek unuttuğumuz bir yolculuğa valiz hazırlıyoruz. 

Yol kalabalık, bir an duruyorum. Önümde ahşap bir kafesin icinde iki beyaz kanarya.  Bir çırpınış ki, kör olsan görür, sağır olsan duyarsın.. Canhıraş çığlıklarla kendilerini yerden yere atıyorlar,  çıkma uğraşı belli ki.. Bi uçumluk canıyla hayallerinin ahşabından bir kafeste tutsaklığa çare arıyor kanarya..

Duraklıyorum,hayallerarası bir istasyonda.. Hayaline bürünmüş onca aldatmaca arasında alacalı bir rengi gökkuşağına devşirirken.. Bir ümitvar uçuç böceği havalanıyor mavi atlasa..

Daldaki meyve için de, sağanak altındaki yolcu için  de "yağmur her zaman yağmaz" biliyorum.

Hayaller sandığımız kafesini  kırıp göğsün, uçmalı gökyüzünün  engin maviliğine ..

Mayıs 28, 2016

sen'e

Sessizliği dinledim. 
Mavi bir şiiri dillendirdim..
Cocukluğumun en  güzel masallarini söyledim..
Çok hareket halinde,  doludizgindim; 
kaçırırken gün batımlarını..
Söyleyecek bir sözün varsa, beklememeyi ögrendim ve  fark etmeyi kurumuş bir daldan yeşeren yaşamı.
Sonra anda kalmayı, sessizliğin içinde çoğalmayı..
Sense, deli dolu bir çocuk gülümsemesi gibiydin, yüzüme sığmıyordun yine..
Yine çocuktum, uslanmazdım.. 
Öğrendim en çok kendimi sevmeleri, türküyü tutturmayı, şiiri tüttürmeyi.. 
De öğrenemedim yüzün nerdeydi
Yeni doğan günler, yeşeren ümitler için..
Yüzün...
Kendimi de sevdim hem, sardım sarmaladım..
Sen iyisi mi gel artık..

Mayıs 22, 2016

ve beklenen haber geldi!!!

Yağmurlu bir Bursa akşamüzeri..
Günlük rutininde en pazarın..
Arayan Asil; şevkat dolu sesiyle "aramızdasın; bu yıl jam'de birlikteyiz" diyor...
Kalbim güp güp.. Dudaklarının arasından çıkan "a ra mız da sın" cümlesi öyle uzun, öyle sihirli ve yürek titretici ki..
 
Son iki üç aydır yaşamım solmuş çamaşırlar gibi çünkü.. Alışkanlıkların sararttığı fotoğraflarımda bir türlü görünmeyen gökkuşağı.. Üst üste gelen hastalıklar... Yol değişimini işaret eden çok sayıda yol levhası ama kolay kolay değiş(tirile)meyen yaşam şartları..
 
Aramızdasın, dedi Asil.. Ben yağmura bıraktım kendimi.. Yağmurlu şehrin kokusunu içime içime çektim. Işıklar hep yeşil; ağaçlar hep çiçekliydi.. Yağan yağmur çıkacak olan gökkuşağını haber ediyordu.. Niyetin bereketi.. Radyonun düğmesine dokunan parmaklarım çalmakta olan şarkıyla irkilen ruhum!
 
"Belki şehre bir film gelir, bir güzel orman olur yazılarda
İklim değişir, akdeniz olur; gülümse.."
 
Değişmesi gereken bir iklime niyet edişimle attığım tohum; bu gün bana meyveye duran bir badem ağacıyla dönüyordu.. Yalnızca dokunulduğunda kokusunu veren fesleğenler gibi yüreğime dokunuyordu.
 
Gülümseyerek döndüğüm evimin önünde bir an bir bekleyiş.. Her gün üzerinden geçe geçe yabancılaştığım paspasımın üzerindeki not: to be or not to be!
 
Evet; gülümseyerek, yürek kıpırtılarıyla, çiçeğe durmuş bir badem ağacı heyecanıyla yol'a niyet ediyorum..
 
Sayılı günler kala, iklimin değişeceğine dair umudu emziriyorum..

Mayıs 12, 2016

hayat kisa...


Gri kanatlı ufacık bir kuş; zaman..
durmaksızın uçup gitmekte; maviye dönüşmekte..

Ne kadar az şey var ki; kuşlar kapatıyor kanatlarını ve tünüyor bir saçak altına.. Sevilen bir kitap okurken mesela; ya da yalnızca kaybetme korkularından arınıp da anda olduğumuzda.. 
Durmaksızın giden bir suyla nereye olduğunu bilmediğimiz bir akışla savrulurken uçuyor çünkü kuşlar.. Yorgun kanatlarıyla gözden kayboluyor..

Yazmak; biraz da zamanı durdurma isteğidir. Durun demektir; uçup giden kuşlara.. Bir iz bırakma isteğidir..

Bir de sevmek.. Zavallılığıyla; aslında pul kadar olduğuyla yüzleşmiş insanın anlam arayışı.. Seversin ve vaz geçer kuşlar gitmekten.. Gökyüzü hiç bir daha öyle olmaz. yasam hiç bu kadar yaşanılır olmaz..

Ben şimdilerde seni yazıyorum sevgili.. İlk sevdanın kendine; İlk yolun kendi evrenine olduğunu bile bile köprüler kuruyorum sana.. Sözcüklerin masal ülkesinde seni ete kemiğe bürüyorum..

Ve ordasın, biliyorum..

Kuşların tünediği o saçak altında, mavi bir masalda..


Mayıs 11, 2016

döndüm...

 

Gecenin dönmesi gibi gündüze..
Hüznün neşeye; yağmurun güneşe; aslolanın kendine dönmesi gibi döndüm sözcükler ülkesine..
 
Bir kere daha manşet attım kişisel tarihime: yazmak, bu deryadan içre, yüzgeçlerim benim; yazarsam yüzerim..
 
Yazmak kanatlarım benim; yazmazsam düşerim... 

Ağustos 19, 2014

!!!


Yürüyorum...
Upuzun bir yolda, düşmeden bu sefer, geçmiş düşmelerimden yararlanarak.. Yalnız kendi ellerimden tutarak...
 
Ayaklarım ne de yorgunmuş, istediği yerlere gidememekten; gözlerim ıskalamadan görme beklentisinden, ellerim üşümekten, kulaklarım  dolmak bilmeyen bir çukur gibi göstermelik yaşadığınız hayatınızın son kerte açılmış sesinden.. Ne yorgunmuşum.. Başka başka başkalarının, dolaylı olarak da olsa, yönlendirdiği bir hayatı icra etmekten!
 
İstifa ettim ben; bitmek bilmez beklentilerinizden, hiçbir şeyle doymayan midelerinizden, yalnız kendiniz mutlu olunca mutlu etmeye programlanmış beyinlerinizden, mış gibi sevgilerinizden, sözde imece usulü birbirinize gidip gelmelerden, günler aylar yıllar geçirip de suyun altında ıslanmayan yüreklerinizden; sonra her şeyi başka bir renk gibi gösteren işte o öteki yüzünüzden!..
 
Ben şimdi yürüyorum; kendime doğru en çok, ağır aksak, yakın uzak...
 
Kalabalığınızdan, kabalığınızdan,  dayatma hayatlarınızdan hızla uzaklaşıyor; insan olmaktan giderek arınıyorum!
 
Yürüyorum... Şairin dediği gibi: "Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum"

Temmuz 25, 2014

burdayım işte!

Hiçbir adres; unutulmuyor aslında..
 
Zihnimizin derin belleğinde karman çorman bir düzen(sizlik) içinde s/aklanıyor. Aklanacağı günü bekliyor belki de..
 Aslında hiçbir şeyin unutulmadığı gibi, bazı şeylerin hiç ama hiç değiş(e)meyeceği gerçeği gibi...
 
Çocukluğumdan beri sadece orada olduğunu bildiğim için mutlu olduğum evler vardır. Durup da tek birinin kapısını çalmadığım.. Ama orada olmaları, ışıklarının yanmaları mutlu eder beni.. Güven verir bana.
 
Çok geçtim bu kapının önünden, ışıklarını kontrol ederek hem de... Yazılmamış, çizilmemiş boş bir sayfaydı önümde, yazılabilir demekti bu; ümitvar bir deniz feneriydi "kanatlarım" hep.. Uçamasam da uçabilirdim..
 
Burası Ben'im! Gezilenler görülenler, eklenenler, elenenler, yüklenenler, kaybedilenler ve diğerler... hiçbir şey tutmuyor yerini insanın kendinin.. İçine bir şey koymak için darası alınan kaplar gibi.. İnsanın içine ne konulursa konulsun, bir darası olmalı..
 
Ve unutmamalı ki, içine altın da konulsa, çamur da kabın darası hiç değişmiyor...
 
Burası; bu köşe, bu ağaç altı, bu gölgelik; bu sözcüklerden kurduğum beylik benim Dara'm...Koydum içine nicelerini, nicelerini elimde tutamadım...
 
Ama işte ben burdayım; tek gerçek yerde, sözcüklerin ülkesinde... 
 
 

Mart 25, 2014

adım adın


İçimde o kadar çoksun ki, tekil değil hiçbir şey..
 
Bir bebeğin gülüşü, yağmur sonrası buram buram kokan toprak, denizin nazlı nazlı süzülüşü, şarkıların kana işleyişi, bir öğleden sonrası kahvaltısı; sofradaki yumurta, tulum peyniri, bal... İzlediğim bir film, gördüğüm bir rüya... ya da hiçbiri.. Kocaman bir boşluk içinde beliren suretin.. Sessizce, nedensizce, beklentisizce benimle birlikte yaşayan suretin..
 
Adımım, adımın..
 
Belime taktığın kırmızı kurdelenin hayalinde yaşarım..

Ekim 08, 2013

Cennetimdi


Kırılmış bir termometreden yayılan civa gibi dağılmıştı ya yaşam.. Ruhumun düğmeleri açılmıştı da içimin çocuğu kuranderde kalmıştı..
Kabuğunu sürükleyen salyangoz gibi günü zor taşırken omuzlarımda, ardımda bir salyangoz izi bile bırakamayışıma şaşakalmıştım.

Aslında biliyor musun; kendine tahammül etmektir, yaşamın en büyük becerisi.. Çünkü kendinin kapıları vurulup çıkılamaz, telefonları yanıtsız bırakılamaz, hiçbir ulaşım aracıyla kendinden uzaklaşılamaz. Kendine boşanma, redd-i miras davası açılamaz. Yaşadığın sürece en çok maruz kaldığın biricik'tir kendin.. "Bir" olmak ve "bir" kalmak zorundadır.
 
İşte ben kerelerce yoklayışlarımda anlamıştım ki; kendime  tahammülüm kalmamıştı. Kendim, kendime en büyük ağırlıktı. İçimin tüm b'eklentileri oturma eylemindeyken; sanki attığım bütün zarlar kırılmıştı.
 
Sonra kapı(sı) açıldı.. Sanki kolları hep açıktı da "o" eşikte hep beni bekliyordu.. Yaslandım kocaman gövdesine; kokladım.. Varlığında yaşam bulan bir sarmaşıktım..
 
Sonra gece, hiç gelmediği kadar ışıl ışık geldi bu ülkeye.. Kıyısız bir huzur denizinde varoluşun esrik gülümsemesi dudak kenarlarımda uyuyakaldım.
 
Rüyaların en güzeliydi; cennetimdi...

Ekim 07, 2013

Cennetti o (I)


Huzurun ana iklimi, renklerin bileşimi ve doğanın cömertlik birikimi..
Orda huzur, orda neşe, güvenin bilinen tüm cümlesi hece hece..
Dondurucu soğukta yanar bir soba, soba o. Sığınılan saçakaltı, yaslanılan bahçe duvarı, kana kana içilen suyun kaynağı o..
 
Ne zaman ki kovuldu insan onun irem bağından; soğuk, açlık, darlık ve siyah beyazlıkla tanıştı. Baktı ki başını koyduğu her yer taş, yüzünü döndüğü her yan canhıraş..
Cennetti adı, ana rahminden ayrılıştan sonra yenilen ikinci vurgundu. Yeri doldurulamayan, alışılamayan, doyulamayandı o..
 
Cennetti..
 
Onu kazanmak için ruh, acıyla az mı terbiye edilmişti.. Karanlıklardan az mı aydınlıklar devşirilerek umut durmaksızın emzirilmişti.. Bir gece yarısı evren bile terk etmişken kendini, göğe uzanan ellerle az mı dua edilmişti!.. Düşüşlerin ardından bir türlü gelmeyen sabahlar, olanaksızlıklarla her tekrar kalkışta yenilen balyozlarla yere yığılırken "Tünelin sonunda ışık yok, galiba Tanrı beni unuttu" isyanının bayrağı az mı göndere çekilmişti..
 
Ama sonra "o" geldi.
En karanlığında gecenin, en şaşkınlığında beklenmeyenin.. Acıyla terbiye edilmiş, gelecek güzel günlere olan inancı çoktan  kaybetmiş ruhlara  bir damla soğuk su serpmekti niyeti. Onun için bahşedilmişti.
 
O geldi; damla değil, ummandı varlığı.. Tanrı, ilk defa kendini onun varlığında kanıtladı.. Evet, inanmıştı, Tanrı vardı..
 
Ve onca acıdan, yarım kalmışlıktan sonra onu cennetine almıştı..

Ekim 03, 2013

demir kapının ardından


Kan ter içinde uyanışım; gecenin tam üçünde..
Masalından kovulmuş bir kahraman gibi yıkık, parçaları eksik bir yapboz gibi yitik..
Yapış yapış bir mutsuzluk içinde;
Hani "Mutsuzluk uzun sürmez"di.. Öyle yazıyordu kitaplar.
Kitapların yazmadığı: mutsuzluk, insanın teninin rengini, terinin kokusunu değiştirirmiş.  İlelebet bir his bozukluğuna dönen astigmatmış.
Mutlu olmak için nasıl ki varlığın yeterse; şairin beklediği yerde; "yokluğun cehennemin öbür adı"ymış..
 
Yüzün yüzüme dönük, bana bakıyorsun. Aramızda parmaklıklar var. Ellerin boş, ellerimin arasında yüzün; ne çok kilo vermişsin. İyi değilim, diyorsun.. İyi değilim.. Suskun çocuklar geçiyor gözlerinden.. Demir kapı kapandı kapanacak; seni burda çok tutmazlar derken görüş bitiyor.. Gözlerim gözyaşları ülkesi, yüreğim delik deşik..
 
Kan ter içinde uyanışım; gecenin tam üçünde..
 
Göğümün rengi, neşesi, sesi, nefesi..
Olmadığın yer yedi kat yerin dibi, düşlerin en izbe hapishanesi...

Eylül 25, 2013

nefes'siz

Mutluluk; o en çok aksiyle var olan yanılsama..
 
Mutsuzluk gelip tahta oturduğunda "mutluydum ben" dediğimiz köprüden önce kaçırılmış tüm çıkışlar..
Tedavülden kalkan para, modası geçmiş urba, ayağı sıkan kundura gibi kalakalındığında yolun tam ortasında; ne yapmalı..
 
İtfaiye, hastane, belediye mi aranmalı; ruhun tesisatına kim bakmalı?
 
Öyle bir tortu ki mutsuzluk, tüm duyuların üzerine özenle yerleşiyor. Görme bulanık, duyma yarım yamalak, dokunma yalnızca buz, koklama bir burun direği sızlaması, tat alınamaz bir bulamaça dönüyor  yaşamak.. Bütün yaşamsal damarlarınızın üzerine çökmüş ağır bir tortuyla nefessiz kalmak; yaşamak..
 
Mutluluk; o en çok aksiyle var olan yanılsama..
 
Bu sefer başka; ben mutluydum değil; ağız dolusu "ben mutluyum" diyerek haykırdığım göğe bakma durakları şahit ki yaşadım, iliklerime kadar..
 
Açmadım, kokmadım, uçmadım onsuz bir yerküreye..
 
Şimdi, bildiğim bütün doğruları unutur gibi unutuşum yürümeyi; o diye...

Eylül 23, 2013

ben...

Ben, Mina; Mina Karda...
Kimselerin içinde kimsesiz bir çocukluk masalı..
Uykusuz gecelerin, kanayan midelerin, vazgeçilen geleceklerin soğuk şiltesi..
En az kendine hoşgörülü, en az kendine sevgi'li, en az kendine değerli..
İmkansızlıkların, olanaksızlıkların, çoktan geçmiş di'li zamanların esiri..
Ben Mina, Mina Karda...
Hiç kimseye yük olmamak için en çok kendine ağır,  
Soğuk duvarların, yalnız hastane odalarının, içe akan gözyaşı pınarlarının dostu, en çok kendine düşman Mina..
Her gelenin getirdiğinin bin misliyle döndüğü uğrak...Yol..
Hiçbir zaman yuva olamayan evlerin yalnız kadını..
Sormuyorum artık sormuyorum; neden bu yazgı..
Dokunduğum her şey yalnızlığa dönerken; okunaksız bir olanaksızlık içinde kendimi terk ediyorum.
Bir daha kanmamak için gözümdeki ışığa...

Eylül 14, 2013

"başka türlüsünü yorgunum anlatmaya"

Kırılmış bir nar gibi vasıfsız kederler içinde..
Sözcükler yok, anlamlar kayıp; ışık bu zindana hiç uğramamış..
Bütün "neden"ler "çünkü"ler  tedavülden kaldırılmış; kocaman bir "sonuç" masanın tam ortasında açlığı emziriyor.
Sesini yitirdiğinde yüreğinin, tüm sesler yabancı..
Damdan düşmüş sevinçlerin ülkesinde bi garip kibritçi kız yüreğim..
Son kibrit çöpü sönmüş, sımsıkı tuttuğum ellerimde..

Temmuz 10, 2013

ben sana

Ben sana ışıklar biriktirdimdi.. Oynanmamış oyunlar, şarkılar ve akşam ezanlarında titreyen koca gözlü bir kız çocuğu biriktirdimdi..

Oyunların en uslu çocuğu, hayallerin en iflah olmazıydı..

Ben sana, yaşanmamış bir ömür biriktirdimdi.. Cebimde kaldı..