Haziran 30, 2010

sil'gi

Kadın, bembeyaz bir tuvale çizilmiş duru bir resimdi..
Sorumluluklar ve sınırlar, üstüne kara kalemle çizdi de çizdi..
Kadın aldı eline silgiyi, kendine ait olmayanı bel(ir)ledi..
İlkin kalıpları sildi, öyle insan böyle söyler(mi)leri, giyer(mi)leri....
Sonra duvarların önünde şöyle bir gerindi.. Durmaksızın hayalleri ile kendisi arasına örülen duvarları sildi..
Mış gibileri sonra, yüzleri, maskeleri bir bir temizledi..
Yüzü, sokağa çıkma yasağındaki İstanbul gibiydi..
Kalabalık, caddelere akmaktansa; her şey yerli yerinde olması gerekeni beklemekteydi..
Sevindi kadın, nerdeyse yüzünü unutmak üzereydi..

uslu küçük kız saçlarını saldı..

Kadın yalnızdı ve hep yalnız olacağını san'dı..
Çünkü onun kendini ait hissettiği tek yer yollardı..
Yollardı, güldüğü ağız dolusu ve gözlerini uzaklara yatırıp düş kurduğu..
Düşlerden bir yorgana sarıl(a)mamıştı, yaşamı hiç o kadar toz pembe olmamıştı..
Hep aşılacak dağlar, çıkılacak basamaklar, feda olunacak insanlar vardı ve kıyıda bekletilen bir (iç)çocuk kendi yaralarını kendisi sarardı..
Düştüğü yerden yeniden ayağa kalkmaya, ağlamamaya ve kendini yeniden yollara vurmaya alışkındı.. Gidebileceği, saklanabileceği, sığınabileceği tek saçakaltı kendi yalnızlığıydı..
Neden sonra(!) adam kapıyı çaldı, ya da soluğu içerde aldı da kadın öyle sandı..
Kadın korkusuna sarıldı önce, sonra adama; ensesinde topladığı uslu küçük kız saçlarını saldı, yüzünü ılık ılık esen rüzgara yasladı..
Boşluklarını, kırgınlıklarını ve umutsuzluklarını yıllardır gelmeyecek bir treni beklediğini sandığı istasyonda, taşınması güç bir taş gibi bıraktı, bir yıldıza tutunup adamın sıcağına aktı..
Hayat ne  yollar, ne de sonsuz maviliklere açılmayı düşlediği kıyılar kadardı..
Ayaklarının altında beyaz bulutlar vardı...

inanmasam da..

Keçi boynuzu gibi bir şeydir aşk, demişti biri..
Bir damla bal için, koca koçanı kemirdikten sonra uzaklara dalarsın..
Ne balın tadına varırsın, ne de adamakıllı doyarsın..
Yalnızca kendi kuyruğunun peşinde, kendini yorarsın...

Haziran 28, 2010

masallar ve gerçekler..

Yola çıkmadan önce, aynaya bak; en çok da sevinç irisi gözlerine.. Gülümse, en çok kendine, yüreğine..
Evet, kandırıldın, sana anlatılan masallardaki gibi değilmiş dünya, iyilerin kazandığı ve ödüllendirildiği yaşamlar sadece "bir var, bir yokmuş"lardaymış.. Ulaşamayacağı hiçbir yer yokmuş insanın, kendimiz yaratıyormuşuz Kaf Dağlarını.. Tek gözünü alıp, daha ürkütücü kılarken devleri, kendimize benzemeyenden korkmayı ve dışlamayı öğreniyormuşuz "bizden" olmayanı..
Evet, kandırıldın; ama aldırma, sana o masalları anlatan da kandırılmıştı buna benzer yalanlarla.. Sen iyisi mi, içine bak.. Gözlerin biliyor nerede olmak ve ne yapmak istediğini.. Gözbebeklerinden fışkıran ışığa sor, neden her zaman dünyayı bu coşkuyla seyretmediğini..
Gülümse, en çok kendine..
Göğe bakmayı ihmal etme.. Sihirli fasulyeler yok ama; seni götürecek düş ülkesine, kanatların var ayaklarının yorulduğu yerde..
Buluta sinirlenme, güneşin de hakkı dinlenmek.. Biraz dinlendikten sonra daha çok göz kamaştıracak güneş de..

Haziran 26, 2010

yol ayrımı

Bazen bir yol ayrımına gelir insan.. Bir köprüden geçer.. Cebindekileri çıkarır, üstüste ekler..
Bildiklerini, kendisine öğretilenleri, gereklilikleri, üstüne dikilen elbiseleri, gelmişi ve geçmişi orta yere döker..
Vazgeçebileceklerinden vaz geçer ve yoluna devam eder..

Haziran 25, 2010

oyun..

Sana baktıkça, içimden koşmak geliyor..
Güz güneşinde birdirbir oynayan çocukların sevinciyle dalmak yaşama..
Hayat kısa bir oyun, bitiyor nasıl olsa..

Haziran 23, 2010

kendimle konuşmalar

Yazmak için, silmek gerek bazen..
Öğrenilmişlikleri, çaresizlikleri, ruhunsal direnişleri, umutsuzluk depremlerini, sabitlenmeleri, kuralların çizdiklerini, üzerindeki katları çıkarır gibi bir bir suya vermek..
Daha ileriye atlamak için, bir adım gerilemek..
Hatırlamak için, unutabilmek..
Ama hep sevmek gerek..
Kendini,sessizliği ve tüm evreni..

Haziran 19, 2010

(y)el..

Ne zaman çocukluğu(nu) özlese masallara bürünüyordu..
Alice'in harikalar diyarına açılan kapıları; iksiri içip, küçülmekten geçiyordu..
Belki bu yüzden, onun kapılarını açan (y)el de, ille çocuk kalmak, diyordu...

boşu boşuna

Kedi: "Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu..
Mina, uzaklara bakarken sırasını bekleyen gözyaşı gibi dondu..
Bir süredir, kedilerle konuşuyordu....
"Dönüp de ardıma bakıyorum, bir arpa boyu bile yol gitmemişim.. Heybeme elimi atıyorum, bomboş.. Peki bunca emek, nereye doldu, neyi doldurdu? Ben o kadar çabalamıştım, onlara ne oldu?"
Kedi, kedi kedi gülümsedi... Hemen boyundan büyük bir tümceyi giyindi..
"Yaşamda hiçbir şey boşuna değildir ama, sen doldurdum sandığın heybeyi bir yokla..
Dibi olmayan bir şey çünkü, doymaz da,dolmaz da..."

Haziran 14, 2010

ipli özgürlük..

Terziler, kıyafeti kişinin üstüne göre diker, kumaşı ona uygun hale getirir..
Halbuki toplum, diktiği giysilere göre şekillendirir insanları..
Belki de bu yüzdendir provasızdır yaşam ve mutlak giyilir, üstümüze otursa da oturmasa da..
Peki ama kanatlar ne işe yarar, kukla ipleri varsa?

Haziran 12, 2010

öksürük..

Araba, bomboş sokaklı bir kentin gecesinde ilerlerken, teypte çalan şarkı üşüyordu..
Sımsıcacık evlerin camındaki menekşe bile üşüyordu..
Telefon, belki de hiç olmadığı kadar susuyordu..
Karanlık, tüm yapışkanlığıyla insanın içine işliyordu..
Düşleri, yaşamın genzinde bir öksürük gibiydi..
Anladı; aslında yoktu kimsenin kimseleri..

Haziran 11, 2010

sezen'in söylediği..

Ne zaman derinlere dalsam, bir Sezen şarkısıyla uyandım uykulardan..
Yaşamımın yollarında, çıkmazlarında hep onun sesi duyuldu kuyulardan..
Şimdi, göğün aydınlığını görmekte zorlandığım son günlerde yine dokunuyor yüreğime incecik.. Kimsenin, sessizliğin bile, söyleyemediğini söylüyor..
İçimin çocuğuna haykırarak fısıldıyor:
"YOLA ÇIKMALI; HEMEN, HEMEN!"

eğreti zamanlar..

Başkasına dikilmiş bir elbiseyi giymek gibi, kendine ait olmayan bir yaşamın orta yerinde filizlenmek..
Kendi ömrünün bahçesinde bir ayrık otu gibi bitmek, bindiğin dalı kesmek gibi...
Küçük çocuk, vererek madalyasını babasına; ben sadece sen üzülme diye birinci oldum, dediğinde içimde hangi tel kopuyorsa; anne bak, bu senin istediğin hayattı, şimdi ben kendiminkini yaşamaya gidiyorum, diyen kadının buruk sesini duyduğumda  da  aynı tel kopuyor..
Peki sen, diyorum kendime, peki sen, yıkabilir misin ömrünün yükünü bir başkasının üzerine? Kendi yaşamının içindeki eğretiliğini yükleyebilir misin herhangi birine?
Ne bilgiler, bilgeler; ne şiirler, imgeler.. Kendinden öte hiçbir  köy yok bu hayatı, ait kılabilmek için kendine..

Haziran 10, 2010

uyusam..

Uykuyla uyanıklık arası, ellerini arıyorum..
Bir yaprak kıpırdıyor.. Gün, karanlık elbisesini giyiyor..
Uyusam, diyorum; uzun uzun, düş düş uyusam.. Gün ağarsa, kararsa; ay sularda kaybolsa..Uyusam..
Ellerinin olmadığı bir boşluğa uyanmasam..

Haziran 09, 2010

düşe'kanat..

Yüreğimde bir kuş..
Göğün sonsuz mavisine sevdalı yüreğim..
Düşlerime dar geliyor kafesim..
Zaman, sanki verebilecekmiş gibi kaybettiklerimizi..
Kaybettiklerimiz bizi o sonsuz mavide bekliyor diye düşünürken, kanatlarımı seviyorum.. Durmaksızın; yalnızlığımı, yağmur altında-ayazda kalmışlığımı tüylerimden süzüyorum..
Yüreğimde bir düş, uzaklara dalıyor..
"İçimden kuşlar göçüyor"..

Haziran 07, 2010

eşikte..

56 basamağı ağır adımlarla indikten sonra, eşiğe oturdu Mina..
Dışarda, bardaktan boşanırcasına bir yağmur yağıyordu..Dışarısı soğuktu.. Dışarısı koskocaman bir boşluktu.. Yağmur, her şeyi ardına katmış götürüyordu..
İçerde sımsıcak bir sevda kendini doyuruyordu..
Mina; ne dışarda, ne içerdeydi..
Uykusu içerde,..
Kuşkusu dışarda..
Kendi, eşikteydi..